18.12.10

Kız mı var? Hemen kişilik değiştireyim..

Birçok kız arasından sadece bu kızı göz hapsine almış durumdalar. Kızlı erkekli kalabalık bir masa bu.. Göz hapsine alan kişiler bu kalabalık masada bulunan, her gün beraber takılan üç erkek arkadaş.. Er kişiler bu kızla daha yeni tanıştılar. Tanıştıran kişi ise normal, her gün görüştükleri bir kız arkadaş.. Yeni tanışılan kız da bu arkadaşın ev arkadaşı olma özelliğini taşıyor. (Erkekler için, normal kız arkadaşın birlikte kaldığı ev arkadaşları daha çekicidir.) Pür dikkat kızın anlattıklarına odaklanan bu erkek kişilerin yüzlerindeki ebleh ebleh sırıtma ifadelerinden, bakışlarından ve davranışlarından bariz bir şekilde anlaşılıyor ki, üçünün de aklında “Olm bu kız hiç fena değilmiş aslında.. Dur ben biraz iş atayım şuna!!” adını verdiğimiz klasik erkeksel düşünceler mevcut..

Ve evet.. Üçü de aynı şeyleri düşünmelerine rağmen, birbirlerine çaktırmama gayreti içerisindeler.

Üçünün de beyni, yoğun bir şekilde çalışıyor şu anda.. Erkekler gerçekten garip canlılar.. Aynı anda birden çok şeyi düşünüp aynı zamanda bunları uygulama yeteneğini çoğu zaman kullanmayı bile beceremezken, kızlar söz konusu olunca eksiksiz bir biçimde kullanabiliyorlar.

Her biri de şu an kendi beyninde kıza nasıl bir yaklaşım sergileyip ilgisini çekeceğine yönelik taktiksel savaşlar yaparken, bir yandan da “Ulan ne şekilde otursam, nasıl davransam karizmatik görünürüm acaba?” düşüncesiyle kendilerine en uygun karizmatik duruşu bulmaya çalışıyorlar.. Erkeklerin kendini karşı cinse beğendirmeye çalıştığı zamanlarda kasıntı duruşlar sergilemesi bilinen bir gerçektir. Hepsi birer karizma abidesi görünümünde şu an.. Tabi ki bu karizmatik duruşla birlikte gelen bazı yenilikler var ve bu davranışlara da yansıyor. Yiyecekleri, içecekleri belirli bir düzen ve zarafet çerçevesinde tüketmeye başlıyorlar. Daha üç saat önce kendi aralarında 4,5 saniyelik geğirme rekoru denemesi yapan bu erkekler, şimdi her aldıkları lokmadan sonra ağızlarını peçeteyle hafif hafif dokundurarak siliyorlar. Birdenbire evrim geçirdiler sanki.. Evrimin son halkası olan bu karizmatik üç beyefendinin beyinleri tabi ki sadece bunlarla yetinmeyip işlem çalışmalarına devam ediyor ve “Normal, günlük yaşamdaki konuşmandan sıyrıl hemen !” komutu veriyor. Sonuç olarak daha düzgün, nazik ve karizmatik bir konuşma ortaya çıkıyor.. Normal zamanlarda saçma bulduğu bir şeye “La bi z.ktir git yaa !! Çok saçma bişey o dediğin.. Öööle iş mi olur?” diye cevap veren birisi, şimdi karşısındaki kıza “Ya tabi, kişilerin kendine göre doğruları var. Ben öyle düşünmüyorum ama onlara da saygı duyarım..” diye konuşuyor. Bir başka zaman dışarıda güzel bir kadın görünce “Oha lan hatuna bak.. Off !! Kalçaları da erik gibi kütür kütür..” diyen adamlar, şimdi “Ben önce kişiliğe bakarım yaa.. Önemli olan kişiliktir.. Güzellik, cinsellik falan benim için ön planda değil” şeklinde demeçler veriyor. Şu an tamamen yenilenmiş bu kişiler kendilerini olduğundan farklı göstermekte oldukça başarılılar..

Evet kızlar !! O yeni tanıştığınız adam, gerçekte kendisi değil…

Ve bu er kişilerin beyinleri kişilik değişimi oyununu sürdürürken aynı zamanda başka bir şeyle daha uğraşıyor: Kendini ön plana çıkarma..

Kendini ön plana çıkarma işi kolay bir iş değil. Hele ki rakiplerin olduğu bir ortamda durum daha da zor.. Fakat içlerinden birisi bunu elde etmiş gibi..

Çoğu arkadaş grubunda muhabbeti yönlendiren, sözünü bir şekilde dinlettiren, geveze, atraktif, grubun odak kişisi olan birisi mevcuttur. Bu kişi o grubun merkez adamıdır.. İşte bu üç erkekten bir tanesi de o merkez adam konumuna geçmeyi başardı. Merkez Adam bu özelliğiyle kendini diğerlerine göre daha ön planda tutmayı başarıyor. Üstelik fırsatını bulursa, rakiplerinin üzerinden de espri yapacak. Böylelikle hem onları daha da düşürerek bu oyundan düşmelerini sağlayacak hem de kendini daha da yükseltmiş olacak. (Ne kadar da fesat çıktı şu merkez adamlar ?)

Ve fırsatını buluyor da..

İçlerinden birisinin yapmış olduğu bir gaf, merkez adamın eline bu kozu veriyor.

Yapılan bu gaf sonucunda tüm masa gülünce, gafı yapan kişinin (2 numaralı rakip diyelim) bünyesinde küçük bir sevinç, küçük bir heyecanlanma meydana geliyor. (Evet.. Ortamdaki herkesi güldürmek insanda sevinç yaratır.) Ama Merkez Adam, bu gafın üzerinden espri yaparak 2 numarayı hafif hafif rezil etmeye başlayınca, 2 numaranın sevinci yerini “Hay arkadaş.. Ağzıma zıçsalardı da o lafı etmeyeydim. Nerden düştük şunun diline?” şeklinde sitemkâr düşünceye dönüşüyor. Kendisi artık her espri yapmaya çalıştığında, her lafa girmeye çalıştığında Merkez Adam tarafından o gaf yüzüne vurularak, o gaf üzerinden espri geliştirilerek rezil edilecek.

3 numaralı rakibimiz ise yarıştan pes etmiş gibi. Hiçbir çıkış yok. Dışarıdan bakıldığında herkes muhabbette aktif bir biçimde yer alıyor. Fakat herkesin bildiği bir şey var ki açıkça belli olmasa bile aslında Merkez Adam koyu muhabbetin devam ettiği şu ortamda konuyu belirliyor, sürdürüyor ve belirli aralıklarla 2 numaranın gafından muhabbet konusuna uygun espriler üretiyor.. Yapılan bu espri artık baymaya başlasa bile kimse pek bir şey diyemiyor. (Merkez Adam’ın dokunulmazlığı vardır.) Ortamdakiler ise bu esprilere sadece zorlama bir “Mehe mehe” gülüşüyle eşlik ediyor.

Yine de genel olarak hakimiyet Merkez Adama ait.. 2 numaralı rakibi neredeyse eledi, 3 numaralı rakip ise pasif kalmanın sonucu otomatik olarak ilgiyi kaybetti. Merkez Adam artık kendi zaferini ilan etmek üzere.. Artık bu birbirine rakip olan diğer iki kişi de kızı Merkez Adam’a kaptırdıkları yönünde hemfikir. Fakat bu fikir birliğine rağmen hala birbirlerine bir şey çaktırmama gayretindeler..Ortam, iki tane hayal kırıklığının verdiği durgunluk ve bir zafer edasının verdiği ferahlama dolayısıyla hafiften durulmaya başlıyor. Muhabbet biraz öncekiler kadar coşkulu değil. Merkez Adam genellikle direk olarak kızla diyaloga giriyor. Fakat yine de pek rahat değil. Ortamın kalabalık olması istediği rahatlıkta konuşmasını engelliyor.

Tam ortam durulmuşken bunu fırsat bilen kız yavaş yavaş çantasını ve eşyalarını toplamaya başlıyor. (Durgunluk başlayınca kişide eve gitme dürtüleri uyanır..) Eşyalarını toplarken herkese şöyle bir gülümseyerek bakış atıyor ve “Ben artık kalkayım yaa.. “ diyor.. “Daha erkek arkadaşımla buluşacağım..”

Üç adamımızın da bir anlığına, gülen yüzleri hafiften asılıyor, gözleri büyüyor ve kaşları yukarı kalkıyor.

Tam bir hayal kırıklığı…

Fakat bu kırıklığı birbirlerine belli etmemek adına yüzlerindeki bu kırgınlık ifadesini hemen “Aaa otursaydın yaa” şeklindeki `şaşırmış insan´ ifadesiyle değiştiriyorlar. Merkez Adam hemen lafa girerek “İyi neyse tamam, nasıl istersen ehe ehe” diye cevap veriyor. Kız kalkmaya hazırlanınca tanıdıkları olan kız arkadaş da kalkma gereği hissediyor.(Bir arkadaş kalkınca diğeri de kalkar.. Sürü psikolojisi..) Sonrasında herkese iyi akşamlar dileyip beraberce gidiyorlar.

Üç silahşörümüz hayal kırıklıkları içerisinde mecburen grubun geri kalanının muhabbetine dahil oluyorlar fakat konudan bihaberler.. Grup yarım kalan muhabbetlerine devam ediyor. İlk başlarda bakıp beğenmedikleri başka bir kız kikirdeyerek lafa giriyor ve “Evet yaa biz de geçen Nilay’la bir arkadaşın evine gittik. Baya içmişiz yaa, bildiğin dağıtmışız. Nasıl eve geldim hatırlamıyorum ihihi” diyor.

Üç erkeğimiz de bu kızı göz hapsine almaya başlıyor…

20.11.10

Gitar mı var?? Tamam !! Bu kızı tavlarsın...

Bir kafenin en ücra masasında başbaşa oturuyorlar. Kahramanımız Oğuz’un bugün doğum günü... Ve hem doğum günü olmasının hem de hoşlandığı kızla bir gün geçirecek olmasının mutluluğu içerisinde. Fakat daha önemli bir nokta var: Oğuz artık bugün, bu hanım kızımıza gayet açık bir şekilde kendisinden hoşlandığını söyleyecek ve hanım kızımızdan da bir karşılık bekleyecek.

Oğuz aslında daha önceki buluşmalarında hoşlandığını belli edici davranışlarda bulunmuştu. Kızdan herhangi bir geri dönüş alamamasına rağmen pes etmeyerek iltifatlar etmeye devam etmiş, ilgi göstermiş, hediyeler almıştı. Hatta hediye aldığı yerdeki satıcı kadın “Sen bu kıza âşıksın değil mi ehi ehi” diye gülerek böyle bir şeyi hiç beklemeyen Oğuz’un bir anda utanmasına neden olmuştu. Hanım kızımızın, satıcının bu laubali tavrı karşısında tepkisi ise kızların çoğu zaman kullandığı “cevap vermeden sadece gülümseyerek olayı geçiştir” taktiğiydi.

Evet, bu gibi durumlar karşısında hanım kızlarımız hiçbir cevap vermeden sadece gülümseyerek sorumluluğu üzerinden atar ve bütün yükü erkek kişisinin omuzlarına yüklerler. Bu noktada cevap hakkı otomatik olarak erkeğe devredilir. Ve erkek kişisi özellikle de bu gibi durumlarda yanında hoşlandığı bir kız varsa eğer, tamamen şaşkaloz bir hale geçer. Elini kolunu nereye koyacağını bilemez.. Ve koyacak bir yer bulamayınca da kafasının arkasını kaşımaya başlar... “Ehe mehe” şeklinde anlamsız bir sırıtma, yüz hatlarına dahil olur.. Vücutta adrenalin hormonu salgılanır, nabız yükselir, buna bağlı olarak ateş basar.. (Sallıyorum lan inanmayın..) Beyin bu sırada “Bir şeyler yap angut !! Mal mal durma… Kurtul bu durumdan !!” emri verir. Kişi bu emre uyarak durumu kurtarmak adına bir şeyler söyleme gereği hisseder. Gerçek şu ki bu kadar etki altındayken kimsenin doğru düzgün konuşması beklenemez. Dolayısıyla bir saçmalama başlar.. Normalde insanın hayatına “Eee… Evet evet !! Şey yaa daha yeni çıkmaya başladık.. Yani çıkmak derken şey yani.. Dışarı yaa !! Dışarı yeni çıktık işte.. Ehe mehe :) “ gibi bir açıklama dahil olur mu? Oğuz’unkine oluyor işte…

İşte Oğuz o tip durumları tekrar yaşamamak için şu anda bu masada… Sipariş ettikleri kahveleri reklamlardaki gibi şöyle bir koklayıp “Mmm nefis” sözleri eşliğinde yudumlayarak başladıkları bu muhabbette, Oğuz birbiri ardına patlattığı esprilerle kızı güldürüyor. (Muhtemelen kendi içinden de “İyi gidiyorum lan ehe ehe” diyerek seviniyor.) Evet fırsatını bulunca da kıza açılacak. Fakat konunun konuyu açtığı bu tip muhabbetlerde konu, kişinin istediği yere bir türlü gelmez. Aksine bambaşka yerlere gider. Burada da konu nedense kızın geçenlerde gittiği bir kafe’ye geliyor. Oğuz da doğal olarak “Hmm nasıl güzel bir yer miydi?” diye sormuş bulunuyor… Keşke sormasaydı… Kız “Evet yaa çok güzeldi.” diyor.. “Orada gitar çalan çocuk vardııı.. Çok yakışıklıydı yaa.. Çok hoştuuu…”

Oğuz’un bir anda yüzü asılıyor..

Kız “Sürekli birbirimizle bakıştık yaa..” diyerek devam ediyor.

Oğuz’un morali sıfırlanıyor.

“Sesi de çok güzeldi.. Hatta sürekli gözlerime bakarak şarkı söyledi yaa..”

Oğuz sinirlenmeye başlıyor, gözbebekleri büyüyor.

“İstek şarkıda bulundum onları da söyledi.. Grup Seksendört’ten Ölürüm Hasretinle’yi istedim. Gözlerime baka baka çaldı yaa çok güzeldi”

Oğuz’un nabızı hızlanıyor. Kalp atışları artıyor.

“Sonra Kenan Doğulu’dan Tutamıyorum Zamanı’yı istedim.. Çalacaktı ama gitarı sesine göre akort etmesi lazımmış onun için söyleyemedi. Ama gülümseyerek söz verdi daha sonra çalcakmış..”

Oğuz’un vücudunda adrenalin seviyesi artıyor. Solunum hızlanıyor. Burun delikleri genişliyor.

“Sonra da program bitince gözlerime bakarak `Hoşçakal´ dedi.. Çok tatlıydı yaa.. Adı Ömer’miş.. Facebook’da aradım ama bulamadım. Bir dahakine gidip tanışıcam bu sefer..”

Oğuz ellerini masadan çekip cebine götürüyor. Sinirden ellerini sıkıp yumruk şekline getiriyor.

“Hatta haftaya da başka bir şarkı isticem.. Onu çalsın çok hoş oluuur..”

Oğuz eğer bir çizgi filmde oynasaydı, sinirlenince kıpkırmızı olup tepesinden buhar fışkıran çizgi film karakterleri gibi olurdu. Fakat gerçek hayatta onun yerine sadece ellerini sıkıp yumruk yapmakla yetinmek zorunda. Üstelik Oğuz’un kendisi de gitar çaldığı için, sevdiği kızın başka bir gitar çalan erkek tarafından fethedildiğini duyunca sinir katsayısı yaklaşık olarak “on üzeri yirmi yedi” kat daha artıyor... (sinir katsayısını k= 8,73548x10^9 alınız..)

Burada size `Hoşlandığı kızı başkasına kaptıran erkeğin psikolojisi çok karmaşıktır´ demek isterdim ama hayır değildir. Çok basittir.. Direkman sinirlenir, kafayı yer… Bir anda o kaptırdığı kişiye kin ve nefret besler. O kişinin yaptığı her şey, söylediği her söz sinirine gider. Aslında bu sadece erkeklerin değil, bu duruma maruz kalan herhangi bir insanın da psikolojisidir. En nihayetinde Oğuz’da bu psikolojinin içinde.. Üstüne üstlük hayatta en nefret ettiği şeylerden birisi olan “Gitarı kız tavlama aracı olarak kullanan erkek kişisi” tarafından sevdiği kız elinden tabiri caizse uçup gitti.. Olayların bu raddeye geldiği durumda artık erkek kişisi hiç farkında olmadan son kozu olan “rakibini olabildiğince kötüle” moduna girmeye başlar. İşte Oğuz’da bu psikolojiye giriyor ve tüm gitar bilgisini konuşturarak rakibini kötülemeye başlıyor:

Ya bırak yaa! Bi kere Tutamıyorum Zamanı gibi kek bir parçayı söylemek için bile akort etmeye, yani `Transpoze´ etmeye gerek duyuyosa bir cacık olmaz ondan.. Üstelik o parça ya `La Minör´den ya da `Fa Majör´den çalınır.. Bunu bile yapamıyorsa hiçbir b.k olmaz ondan.. Zaten kızın gözlerine bakarak gitar çalıp şarkı söyleyen biri de hıyarın tekidir.. Boşversene !! Ayrıca o mekanı da biliyorum hiç güzel bir yer değil !!

Aşırı bilgi yüklemesi ve kötülemeye maruz kalan hanım kızımız küçük bir “Hö??” çektikten sonra kendine gelip “Tamam ya ne bileyim işte.. Ama çok tatlıydı..” diyor. Sanırım hala Oğuz’un tavırlarından o çocuğu kıskandığını anlamadı… Oğuz ise suratı asık bir şekilde bir yandan bacaklarını sağa sola sallarken bir eli ile de masayı tıkırdatıyor. (bkz: gergin insan davranışları) Bir süre sessiz bir ortam oluşuyor. Bu sessiz ortama ise mekânda çalmakta olan “Sana Kırmızı Çok Yakışıyor” isimli Hande Yener şarkısı manidar bir şekilde eşlik ediyor. Daha sonra hanım kızımız “Eee buradan sonra nereye gidelim?” diye soruyor. Gezmeye programlanan bu kıza karşılık Oğuz’da artık gitmeye programlandı.. Çünkü bütün hayalleri suya düştü. Ve biliyor ki bu moral bozukluğu ve sinir ile güne devam ederse, her şey daha da kötü olacak. O yüzden kıza bir işinin çıktığını ve gitmesi gerektiğini söylüyor. Birkaç dakika sonra da kafeden çıktıkları gibi doğru eve gitmek için otobüse biniyor.

Otobüste başını cama dayayıp dışarıyı izleyen Oğuz, adeta duygusal bir şarkının klibindeymiş havası yaratıyor. Her şey artık siyah-beyaz bir burukluk içerisinde onun için.. (O ne demek lan?) Hatta bu burukluğu, dişlerini sıkıp elini yumruk yaparak “Aah ah” homurtuları eşliğinde öndeki koltuğa vurarak ortaya çıkarıyor. Ama bu klip biraz daha sıkıcı.. Zira Oğuz 45 dk boyunca mal mal camdan dışarı bakınarak yolculuğu geçiriyor.

Evine geliyor. Mutfaktan “Oğuz sen mi geldin oğlum?” diye seslenen annesine “Heaa ben geldim !!” şeklinde ters bir cevap vererek odasına geçiyor… Kapısını da kapattıktan sonra yatağına uzanarak yanı başındaki gitarına öylece bakıyor.. Aklında onlarca şey var.. Bir süre "Atamayana atarlar demişler.. Doğruymuş.." isimli düşünce aleminde dolandıktan sonra tekrar doğrulup eline gitarını alıyor. Biraz akort ettikten sonra gitarın tellerine vurup `La Minör´den Kenan Doğulu’nun parçasına giriyor: “Ama karar ver! Tutamıyorum zamanııııı”

5.11.10

Bana özlü söz söyleme !! Mal gibi kalıyorum...

Televizyonun karşısında uyuklamak üzereyim. Gözlerim ağır ağır aşağı doğru iniyor. Tam kapanacakken tekrar açıyorum. Ama bu çok uzun sürmüyor ve göz kapaklarım tekrar aşağıya doğru inmeye başlıyor. Tam kapacakken ben yine açıyorum. Bu göz açıp kapama oyunu bir süre daha böyle devam ediyor. Televizyon karşısında uyumakla uyumamak arasında kalan bir insanın bu `göz kapağıyla savaşma´ oyununu niçin oynadığı belirsizdir. Aslında kimin galip geleceği çok açık olmasına rağmen nedensiz bir şekilde bu sürdürülür. O sırada hiçbir şey düşünülemez. Bilinç kaybolmuştur çünkü. İşte bu yüzden normalde göz kapaklarıma yenileceğimi bilen ben bile nedensiz bir şekilde karşı gelmeye devam ediyorum. Fakat birkaç saniye sonra gözlerim “Hadi arkadaşım yeter artık kapatıyoruz…” anlamını taşıyan “kepenk indirme hareketi”ni gözkapaklarıma büyük bir kararlılıkla uyguluyor. Ve ben de çaresizce yenilgiyi kabulleniyorum.

Televizyon karşısında uykuya yenik düşen insanların dünyasında tam yerimi alacakken, gayet kart bir ses “Uyan yeğen” diyor... “Noluyo lan?” diyerek uyanıyorum. İki saniye televizyona baktıktan sonra durumu idrak ediyorum. Evet.. Buna sebep olan ses televizyondaki yaşlı bir amcaya ait. Bu yaşlı amca karşısına aldığı esas adamımıza özlü sözler söyleyerek `hayat dersi´ veren birisi.. Esas adam bu amcayı gayet ciddi, mağrur bir ifadeyle dinleyip, anlamış gibi yapıyor. Aslında hiçbir b.k anlamadığına eminim.. Sonuçta ben herhangi bir insanın “Uyan yeğen !! Gaflet uykusu ormandaki sinsi tuzaklar gibidir.. Bir kere yakalandın mı kurtuluşu yoktur.. ” sözünü benimseyip, bundan bir hayat dersi çıkaracağına pek ihtimal veremiyorum.. Zaten Esas Adam da gidip iki üç adam öldürdükten sonra olaylar her zaman olduğu gibi normal seyrinde devam ediyor. Bütün bunların üzerine beynimdeki uyku zerrecikleri “Hadi olm bak değişen hiçbir şey yok.. Sen uyumana devam et.. Pişşş… Pişşşş..” diyerek beni tekrar uykuya davet ediyorlar.. Bence bu daha özlü bir söz.. Şu an bu sözü benimseyip hayatıma uygulayabilirim mesela.. Öyle de yapıyorum. Tekrar uykuya dalıyorum… veren birisi.. Esas adam bu amcayı gayet ciddi, mağrur bir ifadeyle dinleyip, anlamış gibi yapıyor. Aslında hiçbir b.k anlamadığına eminim.. Sonuçta ben herhangi bir insanın

Birkaç Gün Sonra…

Akşam vakti BİM’den, alışverişten çıkıp eve doğru gidiyorum. Biraz ilerideki büfenin önünden geçerken içerideki büfecinin ve yanındaki çocuğun kafalarını kaldırmış yukarı doğru baktıklarını görüyorum. “Aha” diyorum, “Bunlara da Azrail göründü herhalde ölecekmiş gibi yukarı bakıyorlar”.. Fakat bir saniye sonra o yukarı baktıkları yerden “Rüzgar ne kadar sert eserse essin kayadan alıp götüreceği sadece tozdur Memati..” diye bir ses geliyor kulağıma.. Anlıyorum ki `Azrail´ değil `Polat Alemdar´ gözükmüş büfecilere.. Bu sözün hemen ardından büfeci “Vay la görüyon mu ne laf etti ama.. Valla da öle haa toz götürüyo sadece..” şeklinde bir söylemde bulunarak Polat Alemdar’ın bu mükemmel fizik deneyini onaylıyor..

Büfeciyi geçip biraz daha ilerliyorum. Bu sefer bizim ayakkabıcı Salih abi’nin dükkânının önündeyim. Salih abi taburesini çekmiş, dükkânın önünde oturuyor. “Kolay gelsin Salih abi.. Nasılsın?” diyorum.. “Moralim bozuk yav” diyor.. Durup “Hayırdır n’oldu ki?” diye soruyorum.. Biraz yüzüme baktıktan sonra derin bir nefes çekiyor. Ardından dizilerdeki o karizmatik adamların edasıyla şöyle bir doğrulup “ Sokakta gezen boz itin esnafa zararı olur Murat’ım…” diyor. Söylediği şeye hiçbir anlam veremediğim için öylece tren görmüş öküz edasıyla boş boş bakakalıyorum. Beynim bir an `Error 404.. Hata kodu: 06xhk67s92.. Bellek read olamadı..´ hatası vererek çöküşe uğruyor. (bkz: anlamsız Windows hataları)

Normalde televizyon dizilerinde olsak Salih abi esas adam rolünde o sözü söylediği anda arka plandan bir gerilim müziği girer, etrafta bir sis perdesi olur, ben ise ikinci adam rolünde mağrur bir ifadeyle Salih abi’yi kararlı kararlı dinliyor olarak o sözü doğrulayıcı hareketlerde bulunurdum. Ama onun yerine Salih abi şu an karşısında, elinde BİM poşetiyle yarım kilo yoğurt taşıyan ve kendisine salak salak bakan birisini görüyor.. Arka planda ise gerilim müziği yerine arkadan geçmekte olan arabanın radyosunda çalan ve sözleri “Ölürüm hasretine dayanamaaaam” şeklinde olan bir müzik çalıyor.

Hayat hiç de dizilerdeki gibi değilmiş demek ki.. İşte bu acı gerçeklerden ve benim bön bön bakışlarımdan olacak Salih abi hiçbir şey anlamadığımı anlıyor, “Bi bok anlamadın dimi lan?” diyor. “Ulan” diyorum içimden, “Hem kendini Kurtlar Vadisindeymiş gibi zannedip anlamsız anlamsız özlü söz söylediğini sanıyosun, sonra da gelip beni suçluyosun. Sokakta gezen boz itten bana ne? O iti görsem alt tarafı `La hoşt !!´ diyerek kovalarım o kadar.. “ diye düşünüyorum. Bu düşüncelerim bazı yusuf yusuf nedenlerinden dolayı ağzımdan “Abi ne yalan söyleyeyim anlamadım. Köpek mi girdi dükkâna n’oldu?” şeklinde çıkıyor.. “Ula oğlum de get !!” diyerek adeta beni aşağılıyor. “Yav anlat n’oldu?” diyorum, bu sefer direnmeyip derin bir nefes alarak anlatmaya başlıyor:

“Daha demin dükkana bir müşteri geldi. Ayakkabılara baktı, denedi, onu giydi bunu çıkardı falan.. Baya bi ayakkabı denedikten sonra bir tane Converse’i beğendi, almaya karar verdi. (bkz: Converse ayakkabı).. Tam ödemeyi yapmaya kasaya gelirken o sırada dükkâna başka bir müşteri daha girdi. Geldi yanımızdaki müşterinin elindeki ayakkabıyı gördü, dedi ki: `Ben de bundan istiyorum ama açık mor renkli olanından´.. Sonra bizdeki müşteri de tutturmaz mı `Ya evet bundan vazgeçtim ben de o renkten istiyorum´ diye? Elimde o renkten yok.. Her ne kadar `O renkten yok bunu vereyim veya başka renklere bakın´ diye çabalasam da ikisi de almadan gitti. Eldeki müşteriden de etti bizi o p.zevenk…”

Salih abi bu macerasını anlattıktan sonra ve tekrardan derin bir nefes alıyor. Ben de “Hee kötü olmuş abi” diye bir cevap veriyorum (cevaba bak...) Ama yüzümde duran bön bön bakma ifadesi değişmiş değil. Çünkü hala çözebilmiş değilim. “Ee abi boz it ne alaka?” diye soruyorum. “Oğlum sokakta gezen boz it de gelir dükkânın önündeki eşyalara sürtünür, kirini bulaştırır. Biri de o rengi görür `Aynısından istiyorum´ der. Sittin sene bulamazsın..” diyor. Yüzümdeki bönlük ifadesi yerini her şeyi çözmüş insan rahatlığına bırakıyor ve ağzımdan koca bir “Haaa !!” çıkıyor. Aslında o sırada beynim bana “Haass…tir lan öyle iş mi olur?” dememi söylemişti. Ama aynı yusuf yusuf nedenleri burada da kendini gösteriyor ve sadece “Haaa” kısmı çıkıyor. “Haa yaaa” diyor Salih abi... “Valla kötü olmuş abi ne diyim.. Neyse hayırlısı yaa.. “ diyerek yavaş yavaş gitme belirtileri gösteriyorum. Sonra da iyi akşamlar dileyip eve doğru ilerliyorum.

Birkaç saat sonrası.. Saatler geceyarısına doğru geliyor ve ben yine televizyonun karşısında uyuklamak üzereyim.. Gözlerim ağır ağır aşağı doğru iniyor. Bu sefer hiç direnmeden gözlerimin kapanmasına müsaade ediyorum. O sırada gayet kart bir sesin “Kalk evlat !!” dediğini duyuyor kulaklarım. Yarı bilinçli yarı uykulu halimle içimden “Hadi lan bu sefer yemezler” diye düşünüp uyumaya devam ediyorum. Fakat aynı kart ses beni dürtükleyerek “Murat kalk evladım yerine yat” diyor. Gözlerimi yarım yamalak açıyorum. Babam başımda bana bakıyor. “Uyuma burada kalk yerine yat hadi” diyor. Babamın bu sözü diğer özlü sözlerden daha mantıklı geliyor.. Şu an bu sözü hayatıma uygulayabilirim.. Öyle de yapıyorum. Kalkıp sallana sallana odama yatmaya gidiyorum…

13.10.10

Kızlar var.. Haydi espri yapalım !!

Arkadaşımın evindeyim.. 7-8 kişilik tanımadığım bir grup karşımda harıl harıl muhabbet ediyorlar. Ben ise halının üzerinde saklamak için uğraştığım ayaklarıma bakıyorum. Çorabım delik... Baş parmağım yırtık kısımdan çıkıp herkesi selamlamak için adeta çırpınıyor. Hemen ayak parmaklarımı aşağıya doğru büzüp yırtık kısmı saklamak için uğraşıyorum... Ne acıklı bir sahne !! Ben içten içe “Acaba gördüler mi lan? Rezil olduk millete..” diye düşünüp “ayaklar ve yırtık çoraplar” aleminde dolanırken , dişi bir bireye ait, desibel sınırlarını zorlayan bir kahkaha beni tekrardan tutup bu dünyaya çekiyor.

Dişi bireyimizin bu denli kahkaha atmasına sebep olan şey ise muhabbet esnasında bir erkek arkadaşın araya sıkıştırmış olduğu “ince” espri.. Bu arkadaş yapmış olduğu espriyle ortamdaki bütün herkesi güldürdü. Fakat kendisi herkesin gülmesinden daha çok, kızların gülüp gülmediğine dikkat ediyor. Yaptığı bu espri sonucu kızları güldürünce de yüzü mutlu bir hal alıyor. Sevindi.. Ve kızları güldürebilmiş olmanın bu sevinci içerisinde, yüzünde gülümsemeyle arkasına yaslanıyor. Espri görevini başarıyla yerine getirdi. Muhtemelen bu gidişatı sürdürebilmek için daha çok espri yapacak ve bunun için kendisini zorlayacak. Öte yandan diğer erkekler de yapılan bu espriye güldüler. Fakat bu gülüşün içten bir gülüş olmadığı kesin.. Onların aklında şu anda “Vay şerefsiz !! İyi espri yaptı... Güldürdü kızları.. Keşke ben yapmış olsaydım lan o espriyi” şeklinde “kıskançlık” düşünceleri dolanıp duruyor. (`Beyin okuma´ gibi süper güçlerim var evet..) Bu noktadan sonra onlar da bu esprinin karşılığında altta kalmamak ve skoru eşitlemek adına bir “misilleme espri” yapmak için kendilerini zorlayacaklar. Ortalık “zorlama espriler diyarı”na dönecek..

Kızlı erkekli bir muhabbet ortamında espri yapıp kızları güldürmek erkekliğin şanındandır.. (Hammurabi Kanunları : Madde 1764 / C ).. O yüzden erkekler daha annelerinin karnındayken kızların yanında espri yapacağına dair yemin törenine tabii tutulurlar ve bu özellik DNA’larına işlenir.. Eğer yeterince iyi bir gözlemci olabilirseniz küçük bir erkek bebeğin bile, yanında küçük bir kız bebek olduğunda Agugu mugu he’aa gugu asdfşsş” türü şeyler söyleyerek onu güldürmeye çalıştığını görebilirsiniz. (Eğer yeterince iyi olursanız Şirinler’i de görebilirsiniz.. Neyse..) Ve şimdi odadaki erkeklerin DNA’larına işlenmiş bu özellikleri tavan yapmış durumda. Hepsi de kendilerini zorlayarak espri yapmaya çalışıyor. Öyle ki bazı espriler arada kaynayıp giderek bu espri savaşında “şehit” oluyorlar. Eğer bilim dünyası “zorlama espri ölçer” isimli bir ölçüm cihazı üretmiş olsaydı, gösterge “kırmızı alarm” veya “tehlike bölgesi” durumunu gösterirdi..

Olayın bu denli “kırmızı alarm” derecesine kadar büyümesinde etkili olan büyük bir faktör daha var. O da ortamda bulunan üç adet kızdan ikisinin “gülmeye elverişli kız” olması.. Anlatılan her şeye gülen bu kızlar “ihihihihi” şeklindeki anlamsız sözlerle ortalığı şenlendiriyorlar. Aslında herkesin sırıta sırıta güldüğü şu ortamda çok rahat bir şekilde “bembeyaz dişlerle siz de gülümseyin” temalı diş macunu reklamları çekilebilir. Ama bunu engelleyen birisi var: Diğer üçüncü kız..

Diğer ikisi her şeye katıla katıla gülüp sit-com dizilerinde arkadan verilen “kahkaha efekti” rolünü üstlenirken, üçüncü kızımız ise şu anda “her şeye gülmeyen, ciddi, elit kısım insanı” rolünü oynuyor. Her biri birer Cem Yılmaz seviyesine gelmiş arkadaşlarımızın yaptığı onca espri arasından gülmek adına çıkardığı tek ses, burnundan hafif nefes verip gülümsenerek çıkan “Hıhfpmss” sesi.. O çıkardığı bu sesle “Sizinle ben aynı değiliz.. Ben sizin güldüğünüz şeylere gülmem.. Ben farklıyım…” mesajı vermek istiyor. Cem Yılmaz’larımız sanırım bu mesajı daha alamadılar. Yaptıkları her espri sonrası “Acaba bu sefer onu güldürebildik mi?” düşüncesiyle Elit kıza kısa bir bakış atıyorlar. Bu bakış erkeklerin, bir kadının göğüs çatalına bakarken attığı bakışla aynı.. ( Anlık bir bakış.. Ardından hemen gözünü çekip etrafını süzerek “Acaba gören oldu mu?” bakışı.. ) Elit kızın gülmek yerine, sıkıntıdan çantasının kulpuyla oynadığını görünce her seferinde moralleri bozuluyor. “Bay İnce Espri” bu durumu kaçırmayacak.. Muhabbet ortamında suskun duran her kişiye sorulan o klişe soruyu soracak.. Ve soruyor da: “Hayırdır.. Hiç konuşmuyorsun.. Canın mı sıkkın?”.. Elit Hanım bir anda kafasını kaldırıp hafifçe “hıhfpmss” gülümsemesi eşliğinde “Yoo bi’şeyim yok..” diye cevap veriyor. İnce Espri ise “Ne bileyim hiç konuşmuyorsun da..” diyerek ikinci bir cevap bekliyor.. Elit Hanım aynı hıhfpmss eşliğinde “Yani… ne bileyim işte..” diyerek bir cevap vermek istiyor ama cümleyi tamamlayamıyor. Çünkü tamamlanabilecek bir cümle değil bu. Zaten insanlık tarihinde bu cümleyi tamamlayabilen hiç çıkmadı.. Tam bu esnada diğer kızlardan birinin telefonu çalarak Elit Hanım’ın başlayıp bitiremediği bu cümleyi “tamamlanamayan cümleler diyarı”na sonsuza dek gönderiyor. (Ortamda bir kızın telefonu çalarsa her şey bırakılıp bırakıp ona dikkat kesilir).. Gelen telefon Bora’dan.. Arabasıyla kapının önüne gelip onları beklediğini söylüyor.. Cem Yılmaz’lar bu habere biraz bozuluyorlar tabii.. (biraz mı?). Kızlar ise apar topar “Hadi canım görüşürüüüz” nidaları eşliğinde kalkıp gidiyorlar. Sonuç olarak Cem Yılmaz’ların esprileri Bora’nın arabası karşısında bariz bir farkla yenik düşüyor…

1 Saat Sonra…

Telefonum çalıyor. Açıyorum.. Arayan kişi her gün bir başka kızla takılmayı görev edinmiş bir arkadaş... “Abi nerdesin yaa?” diyor. “Arkadaşlardayım” diyorum.. “Hemen gel bilmemnerede buluşalım, oradan kızların evine gitcez” diyor.. “Kızlar” diye bahsettiği kişiler benim çok fazla konuşmuşluğumun olmadığı fakat kendisinin gayet samimi olduğu birisi ve onun ev arkadaşı... “Olm ne işim var benim onlarda?” diyorum.. “Ya başlatma hadi gel çabuk bekliyorum” diyor. İstemeye istemeye yanına gidiyorum (He canım yedik biz de onu, istemiyormuş)… Sonra başka bir yerden kızları da alıp evlerine gidiyoruz.

Hep beraber salonda muhabbet halindeyiz. Arkadaşım Bay Çapkın ve ben, kızların yanında olduğumuz için, DNA’larımız gereği araya sürekli espri sıkıştırmaya çalışıyoruz. (Aaa ben de erkekmişim!).. Fakat ortada benim moralimi bozan bir faktör var. Yapılan her espri sonrası kulağıma “Hıhfpmss” sesleri geliyor. Sesin geldiği yere bakıyorum.. Kızın ev arkadaşından geliyor… İşte ikinci bir “Elit” vakası daha..

Fazla önemsemeyip konuşmaya tekrar dahil olmaya çalışıyorum. Ama birkaç dakika sonra canım sıkılıyor zaten. Sıkıntıdan etrafa göz gezdirmeye başlıyorum. Bayan Elit’ de sıkılmış olacak ki boş gözlerle halıya bakıyor. Sonra o halının üzerinde gözlerini gezdirerek benim bulunduğum yerde sabitliyor. Kafamı hafifçe doğrultup onun baktığı yere bakıyorum. O noktada ayaklarım var. Çorabım delik… Başparmağım yırtık kısımdan çıkmış, herkesi selamlıyor. Hemen ayak parmaklarımı aşağıya doğru büzüyorum. Yüzümde yakalanmış olmanın verdiği absürt bir ifade var. O sırada Bayan Elit’le göz göze geliyoruz.. Gülmeye başlıyor…

14.9.10

Eee dersler nasıl bakalım?

Bayramın 2. akşamı... Odamda laptopumun başına geçmiş internette geziniyorum. Derken "dilililililili lilili lili" diye bir ses duyuluyor. Bu sesi bugün içinde o kadar çok duydum ki artık nefret ediyorum. Evet.. Tahmin ettiğiniz gibi kapıda birilerinin eve girmek için beklediğini belirten kapı zili bu. Artık bıkmış bir şekilde oflaya puflaya kapıya yöneliyorum. Kapıyı açana kadar asık olan suratım, kapıyı açmamla birlikte sahte bir neşe halini alıyor. "Ooo buyrun efendim hoşgeldiniz hoşgeldiniiz !! İçeri geçin buyrun buyrun !!" diyerek misafirleri içeri davet ediyorum. (bkz: klasik misafir davet etme cümlesi)

Bu bayram gelen bilmemkaçıncı misafir bunlar.. Selamlaşma faslından sonra herkes bir yere oturuyor. Bizimkiler gelen misafirle muhabbete başlarken ben de bir köşede oturmuş onları izliyorum.. Kabul edeyim ilk başlarda bu muhabbetleri ilgiyle takip ediyorken, bir süre sonra muhabbetlerin `aynılaşması´ yüzünden sıkılmaya başlıyorum. Çünkü gelen bir misafirle konuşulan konu başlıkları genellikle :

- "Nasılsınız iyisiniz inşallah?"
- Sizinkiler ne yapıyorlar? İyiler mi?
- İşler nasıl gidiyor? Senin işyeri nerdeydi?


çerçevesinde başlıyor. Ve bu "İş nasıl gidiyor?" sorusundan sonraki muhabbetlerin ne olduğunu ana başlıklar altında toplayamıyorum. Çünkü o sorudan sonra kadınlar kendi aralarında ayrı bir muhabbete başlarken erkekler de başka bir muhabbete doğru yelken açmış oluyorlar. İşte ben bu noktada sıkıntıdan halıdaki desenleri inceleme evresine geçiyorum.

Misafirlik boyunca açık olan ama esasında kimsenin ilgilenmediği televizyona boş boş bakıyorum. İstediğim bir kanalı açıp izlememin bir manası yok çünkü o gürültüde zaten hiçbir şey anlayamıyorum. Derken o gürültüyü "Aa yok yok hiç zahmet etmeyin valla bak!!" diyerek misafir hanım yarıp geçiyor. "Yok yav ne zahmeti? Durun iki dakikada getiririm ben" diyerek annem bu atağı savuşturuyor. Ardından misafir amcanın "Ya gerçekten zahmet etmeyin ne gereği var?" atağı geliyor. Burada da babam kademeye girerek "Getir sen hanım getir, tatlısız olmaz" lafıyla rakip takımın atağını sonuçsuz bırakıyor. Misafirliğe giden insanlar bu gibi durumlarda kaybedeceklerini bile bile yine de itiraz ederler. Vücut o esnada "Yok yok hiç zahmet etmeyin" isimli bir hormon salgılar ve bu hormonun etkisiyle itiraza geçer. Fakat bu karşı çıkış genellikle "Aaa olur mu öyle şey ne zahmeti?" isimli hormon karşısında yenik düşer.

Yeni geliştirdiğim bir teoriye göre; misafir kişilerde, vücut bu yenilgiden sonra sanırım "Eee dersler nasıl bakalım?" isimli bir hormon daha üretiyor. Üretilen bu hormon misafir teyzenin ağzından sözcüklere dönüşerek bana geliyor. Bana yönelen bu soru karşısında benim bünyem de "Sana ne .mına koyayım?" isimli bir hormon üretiyor. Fakat bu hormonu bastırıp, eyleme geçmesine zor da olsa mani oluyorum. Dünya üzerinde en nefret edilen sorulardan birisiyle karşı karşıyayım. Bir çok öğrenci bugüne kadar kendisine sorulan bu soru karşısında içinde oluşan o hormona izin vermek istedi ama yapamadı. Bu uğurda nice hormonlar helak oldu. İşte o an helak olan hormonlar arasına benimki de ekleniyor ve ağzımdan "İyiii.. Uğraşıyoruz işte ehe mehe :)" şeklinde salakça bir cümle çıkıyor. Biliyorum soruların devamı gelecek.. Kendimi hazırlıyorum. Teyze bütün hormonlarını gönderiyor bana:

- Kaça gidiyordun sen?
+ Üçüncü sınıfa geçtim teyze..
- Haa !! İyi iyi.. Ne bölümü oluyor peki?
+ Makine mühendisliği
- İyi evladım iyi okuyun yeter ki.. Bak millet ne halde !! Alıştın mı peki oralara?
+ (Oha üçe geçmişim hala mı alışmayayım?) Alıştım ya alışmayacak bişey yok sonuçta ehi ehi :)
- Okuyun evladım aman okuyun çalışın.. Bak benim de kardeşimin kızı var senin gibi üniversitede okuyor... vs. vs. vs...


Buradan sonra misafir teyze kendi akrabalarından örnekler vererek muhabbeti devam ettiriyor. Kardeşinin kızı ve onun öğrencilik hayatı ile ilgili çeşitli bilgiler sunuyor. Oradan sonra artık nasıl yapıyorsa konuyu benden, o kızdan ve öğrencilik meselelerinden çıkararak amcasının ameliyatına getiriyor. Tekrardan büyüklerin devam edeceği şekilde muhabbet sürüyor. Ben ise bu noktada konular arası köprü vazifesi görevimi layıkıyla yerine getirmiş olmanın gururu içerisinde (ne gururu lan?) dinlemeye devam ediyorum. Ben ve benim öğrencilik hayatım olmasa o muhabbet "Yok yok tatlılar için zahmet etmeyin" den "Mehmet amcamın ameliyatı da iki ay sonra işte" ye hiçbir zaman gelmeyecekti. Bu yüzden evdeki öğrencilerin çok büyük bir "stratejik önemi" olduğunu bir kez daha kanıtlıyorum.

Tatlılar yeniyor, içecekler içiliyor ve biraz daha devam eden konuşmalardan sonra misafirler "Eh neyse artık biz kalkalım" hormonu salgılıyorlar. Bunun üzerine ev sahibi olarak ailecek hepimiz "Nereye yav? Otursaydınız biraz daha?" hormonlarını üretiyoruz. Fakat bu sefer yenik düşen bizim hormonlarımız oluyor..

"Tekrar buyrun gelin, bunu saymayız" nidaları eşliğinde misafirleri kapıya geçiriyoruz. Onlar da "Biz de sizi bekleriz. Buyrun gelin" cümlelerini savuruyorlar. Ortalık bu yapmacık nezaketten yıkılıyor. Neyse ki kısa süreli bir nezaket bu..

Misafirleri uğurladıktan sonra ben tekrar odama, bilgisayarın başına geçiyorum. (Evet bilgisayar bağımlısıyım napiyim? ) Yaklaşık bir 15 dakika sonra yine o iğrenç sesi duyuyorum: "
dilililililili lilili lili"..

Suratım asık bir şekilde kapıya gidiyorum. Açınca yine o sahte gülümse alıyor suratımı. Bu sefer ki hakikaten sahte.. Çünkü kapıyı açar açmaz gelen misafirlerin yaramaz oğlu "Murat abiiii !! Murat abii !! Bilgisayar oynatcan mıı??" diye üzerime atlıyor.

"Hassktr şimdi b.ku yedik" isimli bir hormonun bütün vücudumu kapladığını hissediyorum...

7.9.10

3 saat konuşan kız ve hiçbir şey konuşamayan ben..

Geçen sene sıcak bir Temmuz günü bir işimi halletmek üzere Kızılay’a gitmem icap etti (hangi işi halledeceğimi hatırlamıyorum)… Aslında gitmeyebilirdim 1-2 gün sonra halletsem de olurdu ama günlerden Pazar olması sebebiyle “Gideyim de halledeyim bari.. Hem evde boş boş oturmaktan canım sıkıldı.. Pazar günü iyi olur... Biraz dolaşmış olurum hem” diyerekten gitme kararı aldım.

Otobüs beklemek için durağa gittim.. Pazar günü dışarı çıkıp gezmek için bir ton insan durakta otobüs bekliyordu.. Bu durum otobüsün tıka basa dolu olacağı anlamına geliyordu. Zaten bunaltıcı sıcak bir hava varken, otobüste de sıkış pıkış ayakta yolculuk edecek olmak bayağı rahatsızlık verecekti.. Bulunduğumuz muhit nedeniyle bizim oradan Kızılay’a gitmek takriben 1 saat sürdüğü için bu rahatsızlık Avogadro Sayısı mertebesine ulaşacaktı (bkz: 6,02x10^23).... “Hay mnskym keşke çıkmasaydım.. Neyse artık katlanacaz” diye düşünmekten başka bir şey yapamadım.

Ben bunları düşünürken o kadar insan yetmiyormuş gibi durağa bir kişi daha geldi. Gelen kişi gayet süslü püslü, hayvani derecede büyük bir güneş gözlüğü giymiş (çerçevelerin yarıçapı r=15 cm) , saçlara fön çekip kabartılmış (hacim= 26 m3), renkli, cicili bicili kıyafeti olan bir hanım kızımızdı. Cep telefonunu ise kulağına dayamış sevgilisi olduğunu tahmin ettiğim kişiyle konuşuyordu.. Zira bu tahminimde yanılmamışım çünkü gelir gelmez “Yok aşkııoom durağa şimdi geldim. Otobüs bekliyorum işte şimdiiee” diye konuştuğu için ben dahil duraktaki herkesin antipatisini kazanmıştı. Gerçi ben ilk gördüğüm andan sinir olmuştum kıza. Güzel bir şey de değildi zaten… (bkz: kedi-ciğer ilişkisi)

Neyse 10-15 dakikalık bir bekleme sürecinden sonra otobüs geldi. Tahmin ettiğim gibi otobüsün içinden insanlar fışkırıyordu! Otobüs şoförünün “Sağlı sollu arkalara doğru ilerleyim.. Bi zahmet” nidaları eşliğinde orta kısma kadar geldim ve pencere kenarındaki demirlere tutundum. O hanım kızımız ise (artık kendisinden `Selinsu´ diye bahsedeceğim) bir-iki kişi sağ tarafımda idi ve hala bağıra bağıra telefonuyla konuşuyordu. Yarım saatlik bir yolculuktan sonra ayakta gitmenin, sıcağın, kalabalığın etkisiyle iyice bunalmıştım. Üstelik
Selinsu hala telefonla bağıra bağıra konuşarak bunaltı derecemi yine Avogadro Sayısı mertebesine yükseltmişti.. Daral gelmişti artık. Zaten demirlere tutuna tutuna kendimi striptizci gibi hissetmiştim. Arkamdaki bıyıklı amca da benim böyle hissettiğimi anlamış olacak ki bana ford’lamaya başlamıştı galiba.. Orasını tam hatırlamıyorum.. (ya da hatırlamak istemiyorum her neyse)

O sırada kendi kendime “Ulan ne konuşuyo bu kız 45 dakikadır acaba? Bu kadar uzun konuştuğu konu ne acep?” diye düşünüp kendisini dinlemeye koyuldum. Şöyle bir şeyler geveledi:

+ Ya Berkecan’ın durumuna ben de chok üzülüyorum tabi ki dee (bkz: Tiki kız konuşması)
-…. ….. … (sevgilisi konuşuyor burada)
+ Zaten Pelin’den ayrıldıktan sonra böyle oldu o ben biliyoruaamé!
-…. … ….. ..
+ Ay aslında bunun eski çıktığı var ya Damla onu ayarlasak buna şey olmaz mı kiiee? Çok ciks olur yaniee! Hem Damla hala hoşlanıyomuş Berkecan’dan! Yapalım mı bunların arasını noolluurr?
-…. …… ….
+Yaaa niye yaaaaa =(

Bu kısımdan sonrasını hayatımın bir yarım saatinin daha boşa gitmemesi adına dinlemedim. Zaten dinlenecek bir şeyi yoktu.. 45 dakikadır mal mal şeyler konuşuyordu telefonda.. Yolculuğun sonuna doğru yine bağıra bağıra “aşkım kapatıyorum gelmek üzereyim.. (telefonuna bakarak) zaten 2 saat 48 dakika olmuş ihihihi =) “ şeklinde bir söylemde bulundu..

“Oha” dedim kendi kendime.. “2 saat 48 dakika! Yuh!” Neredeyse 3 saat! Demek ki bu
Selinsu denen kız durağa gelmeden yaklaşık 1.5 saat önce telefonla konuşmaya başlamıştı. Ve 3 saattir adam akıllı hiçbir bok hakkında konuşmuyorlardı. Yok Berkecan'ın sevgilisiydi, yok geçen geceki gittikleri mekan ne güzeldi, yok bilmem neredeki mağazada gördüğü o sarı pantolon çok güzelmişti de bla bla bla…! 3 saati bununla harcamıştı..

Ulan 3 saat lan! Sanki bana Anayasa taslağı hazırlıyorsun? Büyük Hadron Çarpıştırıcısında protonların çarpışmasını tartışıyorsun sanki? Ülkenin siyasal ve ekonomiksel durumunu mu inceliyosun lan napıyosun 3 saattir? Ulan ben biriyle oturup 3 saat konuşsam hayatın anlamını çözerim lan.. Üstüne de 10 dakikam kalır, gider bi çay içerim… İki futbol maçı oynanır lan 3 saatte! Sen napıyorsun da 3 saat hiçbirşey hakkında konuşuyorsun anlamadım! Senin gibiler yüzünden cep telefonu operatörleri her ay “Olm insanlar konuşmadan edemiyor.. Paso konuşuyor.. Şu fiyatlara iyi bi zam geçirelim de girsin şunların bir taraflarına ehehe” deyip zam yapıyorlar.. Olan biz konuşmayanlara oluyor lan öküz aleyhisselam!

Ben hayatımda 3 saat konuşamadım telefonda hiç.. Rekorum 56 dakikadır! Onda da toplasan ben 15 dakika konuşmuşumdur.. Geri kalanını karşıdaki kişi konuşmuştu..

Konuşamıyordum ben.. Konuşacak bir şey bulamıyordum. Bende de böyle bir sorun vardı işte. “Merhaba, nasılsın, iyi misin? Günün nasıl geçti?” faslından sonra bir bok gelmiyordu aklıma! Tıkanıp kalıyordum. Ne konuşcan ki başka? Hani uzunca bir süre görüşmesen filan konuşacak konun olur.. Bir sürü şeyler olmuştur konuşursun.. Ama her gün konuştuğun birisiyle artık konuşacak bir şey bulamıyorsun. Gerçi bu bir tek bende böyle sanırım. Demek ki işin püf noktası salak salak şeyler konuşmaktaymış..

Oysa ben boş şeylerden konuşmayı sevmiyordum. Bu yüzden bir süre sonra artık ‘konuşacak bir konu bulamama’ hastalığına yakalanmıştım. Kim olursa olsun telefonda konuşup “eheh nasılsın iyi misin?” faslından sonra öylece tıkanıp kalıyordum. Gelmiyor lan aklıma bir şey! Napayım yani? Demek ki zamanında boş konuşmama olayına bu kadar takmasaymışım, şimdi herkes gibi 3-5 saat konuşup, geveze bir adam olup, ortamlara akıp, o kız senin bu kız benim şeklinde (hee tabi tabi) kral gibi yaşayacakmışım. Çünkü gördüğüm kadarıyla hep geveze adamlar götürüyor kızları. Adamda tip yok bişey yok, ama yanında daş gibi iki hatun! Biz de mal gibi bakıp “Abi bu herifte tip yok bişey yok nasıl bu kızlarla takılıyor yeaa!” diye salak salak kendimize soruyoruz.. (her erkek hayatında en az bir kere demiştir bu lafı)…

Gerçi bende de salaklık var! Sanki hayatımın her anında etrafımdaki herkesle çok aklı başında şeyler konuşuyorum da bir de telefonu kaldı. Lan gerizekalı bugüne kadar kös kös evde oturup dışarı bile çıkmıyosun, kimseyle konuştuğun ettiğin yok pek fazla, konuşsan da anca onlar anlatıyor sen dinliyorsun, kalkmış bir de boş boş konuşmayayım mantığı güdüyorsun! Hay aklıma sokayım aklıma!

İşte bu düşünceler eşliğinde dolandım, işimi bitirdim, gezdim öylece sap gibi tek başıma.. Sıkıldım ve eve dönmek üzere otobüs durağıma yöneldim.. O sırada yanımdan telefonla konuşan bir kız daha “Aaa ama Demet Akalın’ın son albümü çok güzel benceee” diyerek geçti.. Bunun da sevgilisiyle konuştuğunu oracıkta anladım. Çünkü salak bişeyler konuşuyorlardı. Yoksa kim gidip de Demet Akalın’ın son albümünden bahseder ki? Demet Akalın lan! “Bebekte 3-5 tur atarım” diyen kadın!! Hemen orada bir teori yaptım ve ‘Telefonda sevgilisiyle konuşan insanların %73’ü salakça şeylerden bahseder ve o ilişki boktan bir ilişkidir!” sonucunu çıkardım. Bunu istatistik listemin bir kenarına yazdım..

Eve dönmek üzere otobüse bindim.. Bu sefer Kızılay’dan eve gittiğim için otobüs fazla kalabalık değildi. Bir yer bulup oturdum.. Biraz sonra annem aradı ve nerede olduğumu sordu. “Otobüse bindim anne. Gelirim birazdan.. “ dedim. Annem de “Tamam o zaman.. Çabuk gel bak yemek yaptım soğumadan gel!” dedi. Ben ise “Anne otobüsü ben mi sürüyorum? Nasıl çabuk geleyim? Otobüs ne zaman varırsa gelirim işte” dedim.. “Tamam.. Hadi çabuk ol bekliyoruz” dedi. “Tamam anne tamam.. Çabuk gelirim ben. Hadi görüşürüz” dedim ve kapattım. Telefonun ekranında ‘ Görüşme süresi 23 saniye” yazıyordu.. Ve ben o yazıyı okurken yüzümde buruk bir gülümseme vardı..

24.8.10

Kaşar kız yoktur.. Kaşar erkek vardır..

Yeni tanıştığım ve dolayısıyla fazla samimi olmadığım birisinin yanındayım. Caddede beraber yürüyoruz. Benim normal, kendi halinde yürüyüşüme karşılık onun yürüyüşünde "ben çok havalıyım, çok cool bir insanım" modu var.. Gözünde güneş gözlükleri, kirli sakal bırakmış ve saçlarını fönle kabartıp yukarı kaldırmış bu "cool" arkadaşla yürümemin nedeni ise ortak arkadaşımızın bir işi çıkması ve "Siz takılın işte cafelere falan" diyerek başka şehirden misafir gelen bu arkadaşı gezdirme görevini bana paslaması..

Samimi olunmayan kişilerle bir yerlere gitmenin, vakit geçirmenin, onları "gezdirip, memnun etme" görevinin insan üzerinde yaptığı o gerginliği, huzursuzluğu yaşıyorum. Aklımda "Ne yapcam lan ben bununla şimdi? Nereye götüreyim? Ne konuşayım herifle? Tanımıyorum da zaten, konuşacak konu da yok" düşünceleri dönüp dolanıyor. Fakat bu huzursuzluğumu hissettirmemek adına rahat davranıyor, onun gibi `cool´ yürümeye çalışıyorum. Sonra Bay `Cool´ etrafına bakarak "Buranın kızları da güzelmiş..Hiç fena değiller.. Beğendim.." diyerek hergün başka bir kızla takıldığını, daha güzelleriyle bir şeyler yaşadığını, adeta bir `kız uzmanı´ olduğunu ima etmek istiyor. "Evet öyleler ehehe" diyerek onu onaylıyorum. Eğer birden fazla erkeğin olduğu bir yerde konu dönüp dolaşıp kızlara gelirse, ortamda bir `kız muhabbetinin´ açılmamasına imkan yoktur.. Nitekim öyle de oluyor ve `kız muhabbeti´ açılıyor..

Bay Cool kendisinin birlikte olduğu kızlardan, sevgililerinden, sevgilileriyle yaşadığı cinsel deneyimlerinden bahsediyor. Sonra muhabbeti bir sonraki seviyeye getirerek "Bir kız cinsel bir şeyler yaşıyorsa `kaşar´dır..." çıkarımına geliyor. (Tabi bunu bu kadar kibar söylemiyor.. `Vermek´ gibi asıl anlamından uzaklaşmış bir kelime kullanılır erkekler arasında.. Nitekim bunu kullanıyor o da..)

Erkeklerin büyük bir çoğunluğunda bulunan `Birçok sevgili edinmiş, onlarla oynaşmış, cinsel bir şeyler yaşamış kız kaşardır" görüşü Bay Cool'da da hakim.. Neden bilmiyorum ama bu görüşü savunurken kendisini hiç yargılamıyor veya sorgulamıyor. Sırf kendisi anasının karnından tesadüf eseri `erkek´olarak doğduğundan ve toplumda erkek egemen bir hava hakim olduğundan, kendisinde "Erkeğiz biz.. Biz yaparız istediğimizi.." şeklinde bir hak görürken, kızlarda böyle bir hakkı görmüyor. Kız olarak dünyaya gelseydi ne düşünürdü acaba?
(Sanırım yine aynı düşünürdü.. Bu şekilde düşünen kadınlar hiç azımsanacak boyutta değil.. Salaklar işte.. İkinci sınıf insan muamelesine alışmışlar.. )

Daha sonra muhabbeti bir sonraki seviyeye(!) daha getirip, evleneceği kızın `bakire´olması gerektiğini söylüyor. Başkasıyla birlikte olmuş bir kızla evlenmeye tahammül(!) edemezmiş.. O sırada içimden aynen şunları demek geçiyor:

"Ulan ikiyüzlü p.zevenk!! Sen uçkurunun peşinde gezerken, herkesle her boku yerken, onunla bununla yatarken hiçbir şey olmuyor da kızlar yapınca mı kaşar, o.ospu oluyor lan yavşak? Sen yapınca hiçbirşey yok, onlar yapınca hemen damgayı yapıştır değil mi? Bir de utanmadan `Ama onlar kıız, onların yapmaması lazım..Erkekler yapar ama onlar yapmamalı.. Toplumumuz iyi gözle bakmaz, yadırgar, kız kısmısı yapmamalı, namus, bekaret, bilmem ne´ diye bıdı bıdı ötmüyor musun? Senin de öyle toplumun da g.tüne koyayım! Bir de evleneceği kişi bakire olmalıymış.. Yok yaaa? Sen herkesle herşeyi yap, kendinde o hakkı gör, her boku ye ondan sonra evleneceği zaman karım bakire olsun de.. S.ktir git lan ikiyüzlü şerefsiz..Neymiş efendim tahammül edemezmiş.. Sen her istediğini yapıyosun ama? Evleneceğin kişinin buna tahammül edip etmeyeceğini düşünmüyosun ama? Öyle bir hak bile tanımıyorsun lan? Hiç onun söz hakkı yok değil mi? Koduumun kuş beyinlisi seni..."

Ama diyemiyorum.. O sırada Bay Cool sözlerine "Ben valla ölesiye aşık olsam bile benden önce biriyle şaapmış kızla evlenmem.. Düşünsene üstünden başka erkekler geçmiş.." tümceleriyle devam ediyor.
(oha artık!).. Ardından kendisini onaylamam adına bana soruyor: "Sen ne düşünüyosun kardeş bu konuda?".. Bu sorunun ardından geçen 0.02 saniye içerisinde "Hakkında düşündüğüm o şeyleri söylesem ne olur lan acaba?" diye düşünüyorum. Muhtemelen bana kafa göz dalacak, beni "geniş" olmakla suçlayacak, hatta ve hatta işi iyice ayılığa vurup "O zaman sen evlenmeden önce karını bana bi getir de bi güzel şeedeyim.. Ahuaahahauauh :D " diyerek kendisinin ancak ve ancak bir Neanderthal seviyesinde düşünceler sergilediğini ispatlayacaktı.. (Neanderthal: M.Ö 30.000 civarında soyu tükenmiş olan bir insansı)..

Ama neyse ki kendimi tutuyorum ve ağzımdan sadece "Bilmem ki.. Hiç düşünmedim.. Ehehe :)" şeklinde saçmasapan bir cümle çıkıyor.. İnsanın karşısındakine sinir olduğu zamanlarda sakin görünüp, mantıklı cümleler kurmaya çalışması absürt sonuçlar vermesine neden olabilir. Fakat Bay Cool bunu farketmediği için söylediğim cümle üzerinde fazla durmayıp, kendi düşüncelerini söylemeye, en doğrusu oymuş gibi anlatmaya devam ediyor. "Evet kardeş öyle.." diyerek fazla önemsemeden onu onaylayıp, konuyu geçiştirmeye çalışıyorum. Fakat önemsememek mümkün değil. İnsan birisine gıcık olmayıversin.. Artık her yaptığı, her ettiği, her söylediği, her tavrı sinirine gider. Artık bunun da her söylediği ister istemez benim sinirime gidiyor. Kötü bir durum.. Bugün zor geçecek...

O gün Bay Cool'un "hayat dersleri olacak düşüncelerinden" bol miktarda işitip hazmediyorum. Bana kişiliğimi ne yönde geliştirmem gerektiğine dair süper(!) öğütlerde bulunuyor.. (bkz: herkesi kendine benzetme çabası).. Onları da hazmediyorum. En nihayetinde eve dönme vakti geliyor. İçimdeki o sinir artık yerini kıpır kıpır bir sevince, inanılmaz bir huzura bırakıyor. Onu bıraktıktan sonra evime dönmek üzere yol alıyorum. Müzik dinlemek için kulaklığımı çıkarıyorum. Kabloları karışmış.. En nefret ettiğim, en sinir olduğum şeylerden birisi. Hatta bezen kulaklık kablolarının canlı varlıklar olduğunu düşünüyorum. Bizleri sinir etmek adına cebimizde bir güzel dolanıp, kendilerini karıştırıyorlar. Fakat yarım saat uğraşmak zorunda kalsam da bu bile beni sinirlendirmiyor. Çünkü bu gün fazlasıyla sinirlendim.. Ve artık hiçbir şey beni daha fazla sinirlendiremez..


30.7.10

Saçma sapan aşk sözleri yazanlara açık mektup..

Şimdi beni tanıyanlar bilir.. Her zaman da söylemişimdir.. İnsanların sanal ortamda, sosyal paylaşım sitelerinde (he anam he bildiğin facebook'dan bahsediyorum işte uzatmayalım) "aşklı meşkli" yazıları paylaşmasını, yazmasını felan hiç sevmem. Hatta bunların hepsini birden toplayıp soykırıma uğratmak gibi sapıkça bir istek vardır içimde (adolf hitler mode: on ).. Fakat gelin görün ki öyle bir şey yapmaya kalkışırsam dünyanın 4'te 3'ünü karşıma alacağım için ağzıma s.çarlar yeminlen..

Hergün bu aşk yazılarına denk geldiğimden, durum öyle bir hal almaya başladı ki artık "hmm bu birisine aşık olmuş.." , "hmm bu sevgilisinden ayrılmış galiba baksana yazıya" falan diyip, arkadaş listemdekilerin "aşk hayatını" tahmin ederek "medyum memiş'çilik" oynuyordum..

Bu arada şöyle bir bilgi de vereyim, bu tür aşk yazılarını çoğunlukla (ne hikmettir bilinmez!) "hanım kızlarımız" diye tabi ettiğimiz dişi bireyler yazıyor.. (erkeklerin yazdığı şeyler genelde "sigherim, sokharım haa umuğağoduum ahuahuahu :D " tarzında olduğu için onları es geçiyorum artık.. eheh ) Tabi arada dirençli olup yazmayan kadınlar da var ki onlar "aşmış bitirmiş insan" seviyesindeler artık.. Onlara saygıda kusur etmeyiz..

Yine ben bir gün memiş'çilik oynarken (memiş derken yanlış anlamayın tabi... ya da anlayın bana ne !) karşımda hergün olduğu gibi yine şu çeşit yazılar beliriyordu ( tabi hiçbir şekilde dokunmadan kopyalıyorum buraya ki imla hatalarını falan farkedin diye) :

"giden gider hiç umrumda değil benim farkım bu önümde eğil yavaş yavaş parmak ucunda çık usul böyle, git!! bak kapı açık"

"Baak bu seni ilk qördüqümde çıkan sesti "Küt Küt Küt" BUDA;qidişindeN sonra çıkan ses "Tıın Tııın Tıııın'' (: "
(bunu yazan 46 yaşında bi hanım ablamız.. ben de bi anlam veremedim)

"No No No ALMAYIM BAŞKASI ALSIN TİPİM DEĞİLSİN ÜSTÜ KALSIN! :))))))))))))))"

"çok mu yakışıklısın;))) bakar geçerim.boş beyinlerle,ruhsuz bedenlerle hiç ilgilenmiyorum..."

"giden gitmiştir gittiği gün bitmiştir"
(evet bunu hala yazanlar var.. )
vs.
vs..

(ulan bunların hepsi arkadaş listemde lan işe bak.. durun sileyim şunları)

Normalde "ayy aşk şöyledir böyledir.. o ki kalbin sağ lobundan gelmelidir.. sen bıraktın gittin beni.. attın uçurumlara.. ölmedim sakat kaldım senin kalbindeki boşlukta.. ssk da yok benim.. hastanelerde sürünüyorum.." tarzı salak aşk yazılarına rastlamışlığım çok.. Zati bu aşk dediğimiz zımbırtı, beyinde üretilen "feniletilamin" isimli hormonun salgılanmasıyla oluşan bir vücut tepkisi. Misal karşı cinsle iletişim halindeyken salgılandığında, kalbinizin çarpmasına, salak salak sırıtmanıza, bulutların üzerinde uçmanıza, yemyeşil el değmemiş çayır çimenlerde koşan "şeker kız candy" gibi neşeyle dolmanıza olanak sağlayan bu hormon. Zaten eksikliğinde de depresyona girmenize felan sebebiyet veriyor. Şimdi terkedilenler bu yüzden dolayı depresyona giriyor ya, kendinde değil diye falan bunlara bir nebze hak verilebilir. Zira aşık olmuş, terk edilmiş, bişiler olmuş acı çekiyor yani.. ( ki biz bunlara Murat Başkıran literatüründe "Emre Aydın sendromu" diyoruz.. başka bir zaman anlatırım )

Fakat bu örneklerini verdiğim "sen beni değil ben seni terk ederim"ci güruh ise tam tersi olan, hatta ve hatta en tehlikelisi olan (ve hatta en nefret edilesi olan) o kötü sendroma yakalanmış olan kitle... Demet Akalın sendromu kitlesi..

Demet Akalın sendromunu açıklamama gerek yok sanırım. "Ben erişilemezim, iki dakkaya unuturum seni" dolaylarında seyreden bir sendrom. Zaten bunun o bahsettiğim hormonun eksikliği veya fazlalığıyla da bir alakası yok.. Öyle olsa affedicem zaten.. Bu sendrom tamamen kibirden kaynaklanan birşey sanırım.. (doğru gibi görünen yanlış çıkarımlar yapmada da çok iyiyimdir.. )

Ve ne yazık ki bu sendromun bir tedavisi yok. O yüzden sevgili arkadaşlarım bizim üzerimize düşen görev, silahlarımızı kuşanıp (klavye oluyor bu silah) internette bu şekilde denk geldiğimiz kişilere baskı yapmak, onları kötülemek, onlara "hepiniz iğrençsiniz ibneler!!" demek ve anti-demet akalın timleri kurmaktır..
Haydi gazamız mübarek ola!!

Ama hakkaten sinir oluyorum bunlara.. Neymiş efendim karşıdakiymiş suçlu olan, asıl o kaybetmiş de, giden o olmuş da kaybeden de o olmuş da.. Aslında o bir hiç imiş de, umurunda bile olmazmış ta bilmem ne.. Bi havalar, kendini büyük görmeler falan.. Ne sanıyosun arkadaşım kendini? Sanki bana çok mükemmel bir kişilikmiş, çok önemli biriymiş, dünyanın seyrini değiştirmiş sanki de böyle havalarda filan bulunuyor. Bulunmaz hint kumaşı sanki p.zevenk..

Hep de karşıdaki suçlu haa! Ben bir tane bile adam görmedim "valla ben onu kaybettim, tüm boku ben yedim, hatalıyım arkadaş, kafamı s.kiim" diyen.. Hep "o terketti, suçlu o, ben masumdum " tarzı laflar felan.. Ya benim etrafımda dünyanın en haklı, en doğru, en mükemmel insanları var; ya da bunların hepsi gerizekalı.. (evet evet bildin 2. şık doğru olan.. )


Şaka bi yana harbiden bitin lan.. Bir tane demet akalın yetiyor zaten bir de sizlerle denk gelip ömrümden ömür çalmayın!! Ha isterseniz sizi topluca ıssız bir adaya götürüp orada bırakabiliriz, ne haliniz varsa görürsünüz.. Hükümetten yiyecek-içecek desteği filan da ayarlarım ben size valla bak! Yeter ki gidin lan.. ühü ühüü :'((


(bu arada bunlardan daha ayrı olarak saçma saçma "kuş kanadı sıcaklığındaki sahte sevda lanetinin karanlığıymış senin aşkın" şeklinde rasgele kelimelerden oluşup hiçbir anlamı olmayan şiirler yazan bir kitle de var ki onlara hiçbir şey demiyorum.. sadece kafam girs.. neyse onlara sonra değineceğim.. )

Hayde eywolle..

16.7.10

`Hayırsız´ ilan edildim..

"Nabıyon len hayırsız!! Hiç arayıp sormuyon?" lafı bugüne kadar çok söylendi bana.. Gerek akrabalarım olsun gerek arkadaşlarımdan olsun çok da önemli değilmiş gibi görünen o hayırsız kelimesini çok duydum evet..

Zamanında çokça vakit geçirmiş olduğum arkadaşları daha sonraları arayıp sormadığım doğrudur.. Hatta akrabalarımı bile pek aramışlığım olmaz ki bu yüzden yengem bana "soğuk sıracalı" yaftasını yapıştırmıştır. (sıracalı: iç anadolu bölgesinde kullanılan bir kelime.. normalde bir hastalık ismi ama buradaki kullanım amacı farklı.. ne anlamda kullanılıyor ben de bilmiyorum.. ama kötü bir anlam orası kesin.. böyle ibne gibin puşt gibin bişey heralde.. neyse.. )

Bu şekilde bütün herkes bana "soğuksun, hayırsızsın" damgasıyla gelmeye başlayınca "ne bileyim lan.. hayırsızım, soğuğum demekki.. herkes böyle söylediğine göre vardır bişiler" diye düşünmeye başlayıp hayırsız insan kimliğimi kabul etmiştim.

Gerek msn'de gerekse facebook'ta veya telefonda denk geldiğimizde konuşurken "naber len hayırsız? hiç aramıyon sormuyon? nasıl gidiyor bakalım? :)) " diye gelenlere "napayım yaa ehehe :) bi fırsat olmadı işte arayamadım ehehe " diye cevap vermeye başlıyordum..

Günlerden bir gün facebookta gezinirken birden "pıt" sesi geldi.. Sağ alt köşede kırmızı "1" şekilde bana mesaj geldiğini bildiren bir kutucuğun sesiydi bu.. Gelen mesaj ise yaklaşık 2 senedir hiçbir şekilde birbirimizle görüşmediğimiz dershane arkadaşımdandı.. Tabi ki o ünlü cümleyle beraber.. "Napıyon len hayırsız?? :)) "

"Hiç arayıp sormuyon da haa!" diye devam etti.. Aslında o sırada aklımdan "Sanane lan yavşak? Aramamışsam aramamışımdır.. Demek ki aramak istemiyorum alla alla.. Senle mi uğraşcam? Arasam ne konuşcam pezevenk??" cevabını vermek geçti ama süperegom buna müsaade etmedi.. (bkz: süperego) Neyse normal bir cevap verip sohbete devam ettim..

Başka bir zaman yaklaşık 1-2 ay görüşmediğim (ne o aradı ne de ben) bir arkadaşım da aynı şekilde "hayırsız" lafıyla gelince iyiden iyiye düşünmeye başladım..

Bana bu sıfatla gelenler var ya, aslında onlar da beni hiç arayıp sormamıştı.. Ve hala, her nasılsa "hayırsız" kelimesini bana karşı kullanma haklarını kendilerinde görüyorlardı.

Neydi acaba o kriter? Onların da beni arayıp sormamasına karşın o lafı kullanabilme hakkı nasıl sağlanıyordu acaba? Bunu belirleyen birileri mi var? Yoksa ilk selam veren kişi karşısındakini hayırsızlıkla itham etme hakkına mı sahip oluyor? Nedir yani?

Hayır arkadaş.. Bazı arkadaşlarım arayıp sorar filan ona rağmen ben aramamışımdır o zaman söyler.. Doğrudur ona hak veririm zaten..

Ama diğerleri var ya onlar gelmesin bana böyle şeylerle.. Ben hayırsızsam sen de hayırsızsın arkadaş.. Alla alla!!

Hadi dağılın şimdi !!