24.10.12

3.. 2.. 1.. ve bitti...


Vakit tamamdı. Biraz sonra terkedilecektim.

Boğazıma bir düğüm saplanma zamanı artık gelmişti. Ne kadar dirensem de beni dinlemeyen yüzümün ağlamaklı bir hal alma zamanı gelmişti. Dudaklarımın ve çenemin istemsizce titreme zamanı; kalbimin bir anda hızlanarak göğüs kafesimi delercesine çarpma zamanı ve gözlerimin dolu dolu olma zamanı da gelmişti.

Birazdan “seni artık sevmiyorum” diyecek ve o boğazımdaki düğüme bir düğüm daha ekleyerek kördüğüm yapacaktı. Boğazımın ortasında müthiş bir ağrı oluşacak, bu ağrıyı daha da titreyen dudaklarım ve en sonunda da gözlerimden boşalan yaşlar takip edecekti... Her şey tamamdı. Bütün her şey hazırdı. İkimiz de görevlerimizi yapacaktık.

O “hoşçakal” diyecekti ve ben ağlayacaktım.


Daha küçücük çocukken; mahallenin çocuklarıyla normal bir futbol topu bulamadığımız zaman havası hafif inmiş, ağır bir basketbol topuyla oynadığımız maçlar olurdu. Basketbol topuyla futbol oynamak meşakkatlidir. Her pas atışınızda ya da şut çekişinizde ayaklarınızdaki kemikler sızım sızım sızlar. İşte yine böyle kemiklerimiz sızlayarak oynadığımız bir maçtaydık. Biraz önce rakip takımın kalesinin önünde topla bayağı bir debelenmiş ve en sonunda topu kaptırmıştım. Topu alan çocuk hızla bizim kaleye yöneliyor ve bizim kaleci de “la defansa koşunsana amuğaagoduklarım” diye bağırıyordu. Biraz önce topu kaptırmanın verdiği hırsla defansa yardım etmeye koştum. İnsan hata yapıp kendini suçlu hissedince bu hatasını kapatmak için canhıraş bir şekilde çabalıyor. Ben de canhıraş bir haldeydim. Topu kapan çocuk koştu, ben de azimle arkasından koştum. Sonunda defanstaki son adamımız o çocuğu yavaşlattı ve ben defanstaki yerimi aldım. İşte her şey o zaman oldu. Çocuk bizim adamı çalımlayıp geçti ve o basketbol topuna ayağının burnuyla abandı. Top mermi gibi suratıma doğru geliyordu. Tırstım… Daha yüzüm tırsma şekline bile giremeden o son sürat gelen ağır basketbol topu suratımda patladı. Suratım feci bir şekilde yanıyordu. Burnum çok acımıştı. Zaten kocaman burnum vardı. En çok acıyan da o olmuştu. O burun acısıyla gözlerimden yaş gelmeye başladı.  Ağladım…  Zaten çocukken bir şey olunca hemen ağlamaya yer ararsınız. Ben de direk o moda girdim. “Anneeaaağğğ” diye ağlaya ağlaya eve gittim…

Birkaç gün sonrasına dönelim. Küçük Bmx bisikletimi sürdüğüm o güne…

Zinciri atan bisikletimden inip yağlı zincirleri tekrar dişliye takmıştım. Zaten ikide bir atardı. O yağlanmış ellerimle tekrar direksiyonu tutup bisiklete bindim ve arkadaşlarımın yanına sürdüm. Arkadaşlarımın bisikleti yeniydi; benimki ise eskimiş, kir pas içindeydi. Sürekli  “bizim bisikletimiz daha yepisyeni gıpgıcır olüüm” diye hava atarlardı. Ben de “olsun benim ki de sizinkinden daha önce vardı abi diceksiniz ona yeaa” diye bertaraf etmeye çalışırdım. Hiçbir zaman yeni eşyalarıyla hava atan çocuklardan olamadım. Hiç hava atabilecek bir eşyam olmadı. Ya da ben beceremedim… Sınıftaki daha yeni alınmış 36 parça pastel boyası olan zengin piçi de hep kıskandım. Ve şimdi yine o tip çocuklarla bisiklet sürüyorduk. Daha sonra bisikletlerin frenine basıp bisikletin kıçını en çok kim kaydıracak diye yarışa girdik. Onların freni tutuyordu. Benim fren pabucu ise artık aşınmış olduğundan tutmuyor, ben de ayağımı arka tekere uzatıp araya sıkıştırarak bisikleti kaydırıyordum. Hepsi sırayla bisikletlerini kaydırmış beni bekliyorlardı. “hadisene olüüm” diye beni çağırdılar. “tamam la geliyom çekilin” diye emektar bisikletimi hızla sürmeye başladım. Sürdüm... Sürdüm... Sürdüm... Sürerken ağzımla “vvııııınnnn” diye araba sesi çıkardım. En sonunda ayağımı tekere sıkıştırıp bisikleti kaydırdım. Sağa doğru manevra yapıp daha şekilli kaydırmaya çalıştım. Şekilli kaydırıp bu sefer hava atan ben olacaktım. Ama olmadı... Yine o hava atanlardan olamadım... Bisiklet yan yattı ve bisikletin altında kalıp sürüklenmeye başladım. Dizlerim ve dirseğim sıyrılmış kanıyordu. Sıyrık acısı çok pistir. Acayip yakar.
Ben yine “anneaağğ” diye ağlıyordum ve çocuklar bana gülüyordu.

Eve gittiğimde anneme hıçkıra hıçkıra ağlayarak yaralarımı gösterdim. Ne olduğunu sordu. Bisikleti kaydırırken düştüm dedim. Annem birden hiddetlendi  “babasının ağzına köy sıçasıca.. ben demedim mi sana kaydırma diye tekerleri aşınıyo diye hı?” diye bağırarak iki tokat da o salladı. Hem sıyrık acısı, hem de tokat acısıyla daha fazla ağlamaya başladım. Ağlarken burnum akıyor, burnumda akan sümükler neredeyse ağzıma girecek gibi oluyordu. Annemden dayak yediğim halde yine “anneeaaaağğğ” diye bağırarak ağlıyordum. Çünkü biliyordum ki o annemdi ve ana yüreği dayanamayacak yaralarımı yine o iyileştirecekti. Hep iyileştirmişti…



İşte yıllar sonra tam da şu anda o malum vakit gelmişti.

Boğazıma bir düğüm saplı haldeydi. Yüzüm artık beni umursamamış, ağlamaklıydı. İnsan ne kadar da çirkin oluyordu ağlarken… Dudaklarım ve çenem istemsizce titremeye başlamıştı; kalbim bir anda hızlanarak göğüs kafesimi delercesine çarpıyordu. Gözlerim dolu doluydu artık…

O yüzüme bakarak “Seni artık sevmiyorum” dedi ve ben basketbol topunu suratıma yedim. Ama bu sefer basketbol topu yerine daha ağır olan o kelimeler vardı. Yüzüm yanıyordu, burnumun direği sızlıyordu.

O  “kendine iyi bak, hayatta mutluluklar” dedi ve ben yıllar sonra o sıyrık acısını tekrar hissettim kalbimde... Kalbim delicesine atarken her seferinde daha da bir acıtıyordu. Dedim ya, sıyrık acısı çok pistir. Acayip yakar. Bu sefer daha derinden yakıyordu. Daha derinden sızlıyordu. “Acaba geçiyor mu bu sızı?” diye düşündüm içimden.

Her şey tamamdı. Bütün her şey hazırdı.

O “hoşçakal” dedi ve ben ağladım…

O giderken, ben çocukluğuma dönmek istedim. Ağlarken “anneeağğ” diye bağırmak istedim. Tokat yemeye bile razıydım… Ama yapmadım. Çünkü biliyordum. Annem bile bu yarayı iyileştiremezdi.

Ben ağlarken etrafta sevgililer mutlu mesut, nispet yaparcasına, bana hava atarcasına el ele geziyorlardı. Onlar hep nispet yapardı. Hep hava atardı. Ben ise hiç hava atamadım… Dedim ya, o çocuklardan hiç olamadım.

O çocukların arkasından hep imrenerek baktım…

20.2.11

"Ulan bu kız bu adamla nasıl sevgili olur?" serzenişindeki "adam"a açık mektup...

Bak arkadaşım!

Seni hiç sevmiyorum tamam mı? Hatta her gördüğümde daha da fazla gıcık kapıyorum senden… Orada burada, en olmadık zamanlarda yanında o taş gibi hatunla karşıma çıkıp moralimi bozuyorsun, tüm pozitif enerjimi emip yaşam sevincimi söndürüyorsun bilesin.

Niye her dışarı çıktığımda sizlere rast gelip o cümleyi sarf etmek zorunda kalıyorum ben? Bilerek mi yapıyorsun bunu? Bilerek mi çıkıyorsunuz karşıma? Dünyadaki milyonlarca erkek sizin gibileri gördüğü an nasıl hüzünle ve kederle kıvranıyor biliyor musun sen? Neden her seferinde kendini ve taş gibi kız arkadaşını bizlere göstererek şaşırmamızı sağlıyorsun? Neden her seferinde sitemkâr bir şekilde “Oha! Bu kız bu adamla nasıl sevgili olur lan?” cümlesini bize söyletiyorsun? Zevk mi alıyorsun bundan? Sadist misin sen arkadaşım? Gidip kendi ayarında birini bulsan daha güzel olmaz mı? Böylelikle etrafındaki insanların moralini, psikolojisini bozmayan biri olarak topluma daha yararlı bir birey haline gelmez misin? Niye bize eziyet ediyorsun? Bu tipinle kalkmış böyle bir kızla geziyorsun. Ayıp değil mi lan? Aynaya baksan sen bile tiksinirsin kendinden emin ol…

Öyle bir hatunla kol kola gezmeyi hak edecek ne yaptın olm sen?

Çok mu paran var? Ünlü bir rock yıldızı mısın? Dünyanın en romantik adamı mısın yoksa? Nesin olm? Zenci şeyi falan mı var sende nedir yani? Nasıl beceriyorsun öyle bir hatunla sevgili olmayı? Sırrın nedir arkadaşım? Benimle de paylaşır mısın???

Hayır. Ara sıra bazen güzel kız, yakışıklı erkek sevgili de görüyorum. “Eleman yakışıklı çocuk şimdi, kapmış kızı, hakkıdır.” diyorum. Onlara lafım yok, sevişsin onlar. (Birbirini sevsin anlamında... Eski Türkçe misali yani... Hemen fesatlığa kaçma! Aslında öbür anlamda da olsa bi’ şey olmaz yani, sevişsinler nolcak.)

Haydi onları anlarım, onların hakkıdır ama ya sen? Sen öyle değilsin arkadaşım. Gıcık oluyorum sana... Bir tek yolda gördüklerim değil, senin gibi olan şahsen tanıdıklarım da var güzel kardeşim. Bir de şimdi gelip de bana “Abi, bak.. Tipsiziz, yakışıklı olmayabiliriz ama aslında biz dünyanın en iyi insanlarıyız.. Aslında tanısan çok seversin bizi. Kızlar o yüzden hep bizi tercih ediyor..” falan dersen var ya, ağzına da s.çarım kalbini de kırarım bilesin… Sen iyisin de biz o..spu çocuğu muyuz arkadaşım? Hem ne kadar iyi olursan ol, benim gözümde artık kötüsün sen. Kıronun, ayının, öküzün tekisin benim gözümde... Çekemiyorum arkadaşım seni! İstemiyorum lan! Alla allaaa…

Nerede güzel, taş gibi bir hatun görsem yanında sen ve senin gibi tipsiz, saç sakalı birbirine karışmış kırolar var biliyor muydun bunu?

Çok da uzun zaman önce değil, daha dün akşam cafe’de otururken yan masamdaydın, gördüm seni. Güzeller güzeli sarışın, minyon tipli kıza sarılıp öpüp duruyordun. Ne yaptın da sen o kızın gönlünü kaptın sevgili arkadaşım? Bana da söyler misin? Ulan bir de utanmadan saçına bir ton jöle sürüp hafiften üçgen şekil vermişsin; yakıştığını zannederek pis bir sakal bırakmışsın… Lan üzerinde “Abercrombie & Fitch” yazan kapüşonlu sweat vardı lan, Allah belanı versin!

Kız lavaboya gittiğinde ben duydum lan sigara yüzünden balgam toplamış gırtlağını temizlediğini… “Hgghhıaooouuaaghhh” diye hayvani bir ses çıkararak balgam çıkardın lan. Mekandaki herkes “Yaban domuzu saldırısına uğradık!” zannedip, korkarak sana doğru baktılar... Korkudan bayılanlar oldu, ambulansla hastaneye gönderdik. Neyse ki durumları iyi.. Söyle şimdi bana sen o kızın yanında durmayı hak edecek adam mısın güzel kardeşim? Ayıp değil mi? Niye beni isyanlara teşvik ediyorsun?

Ağzını burnunu mı kırsam senin n’apsam bilemedim...

Peki, şimdi bana cevap ver. Niye bana bu eziyeti yapıyorsun güzel kardeşim? Niye ısrarla milyonlarca erkeğin gıcığına giden bu tutumunu sürdürüyorsun? Bir gün gelip de sana “Kardeşim n’aptın da bu kızı tavladın? Bu kızla sevgili olmayı nasıl becerdin?” diye sorsak ne cevap vereceksin? Hiç düşündün mü? Haydi onu boşver. Peki bizleri hiç düşündün mü? Kendini bizim yerimize koydun mu? Sokağa her çıktığında en az birkaç kere “Ulan bu kız bu adamla nasıl sevgili olur lan?” demek nasıl bir duygudur bilir misin?

Bilemezsin tabii... Nereden bileceksin göt?

Ulan ben bıktım artık o cümleyi kurmaktan ama sen hala aynı şekilde karşıma çıkmaktan bir türlü bıkmadın. Ne pis bir adammışsın sen arkadaş!

Git ! Benim gözüme gözükme artık arkadaşım! Git! Ne olursun git! Bıktım lan!

Ve onun yanındaki kız, evet evet sen! Dur hele bekle. Sana da söyleyecek sadece iki çift lafım var:

Bak böyle hıyarlarla takılıyorsun, aşık oluyorsun... Daha sonra ayrılıyorsunuz, adam terk ediyor, aldatıyor falan.. Sonra da gelip oraya buraya acılı aşk sözleri yazıp benim sinirimi zıplatıyorsun, başımın etini yiyorsun, göz zevkimi bozuyorsun.. Vıcık vıcık aşk sözleri dolduruyorsunuz lan etrafı! Yapma güzel kardeşim, yapma canım, yapma bacım. Yaparsan ne olur biliyor musun?

Ağzını burnunu kırarım afedersin…

Haydi dağılın bakayım şimdi…

(Not: Bu yazıyı yazdıktan 10 dakika sonra Guinnes Rekorlar Kitabından aradılar.. Dünyanın en sitemkar ve aynı zamanda içerisinde en çok soru barındıran yazısını yazarak rekor kırmışım.. Ayrıca bir tek bizim ülkede yokmuş bu durum, aynı dertten onlar da müzdaripmiş.. Adamlar bir ton dert yandılar. “Abi valla bizim burada da durum aynen öyle, bakıp bakıp ‘Bu kız bu herifle nasıl çıkar?’ diyoruz. Gerçekten de çok güzel yazmışsın. Sana bu yazıyla Nobel Ödülü bile aldırırız. Benim amcamın oğlu Nobel’de çalışıyor. Ona söylerim birini ayarlar, sen rahat ol.” dediler. Bakalım işte nasipse Nobel Edebiyat Ödülü falan alıcaz.. Neyse, haydi öptüm canlarım benim. Görüşürüz..)

18.12.10

Kız mı var? Hemen kişilik değiştireyim..

Birçok kız arasından sadece bu kızı göz hapsine almış durumdalar. Kızlı erkekli kalabalık bir masa bu.. Göz hapsine alan kişiler bu kalabalık masada bulunan, her gün beraber takılan üç erkek arkadaş.. Er kişiler bu kızla daha yeni tanıştılar. Tanıştıran kişi ise normal, her gün görüştükleri bir kız arkadaş.. Yeni tanışılan kız da bu arkadaşın ev arkadaşı olma özelliğini taşıyor. (Erkekler için, normal kız arkadaşın birlikte kaldığı ev arkadaşları daha çekicidir.) Pür dikkat kızın anlattıklarına odaklanan bu erkek kişilerin yüzlerindeki ebleh ebleh sırıtma ifadelerinden, bakışlarından ve davranışlarından bariz bir şekilde anlaşılıyor ki, üçünün de aklında “Olm bu kız hiç fena değilmiş aslında.. Dur ben biraz iş atayım şuna!!” adını verdiğimiz klasik erkeksel düşünceler mevcut..

Ve evet.. Üçü de aynı şeyleri düşünmelerine rağmen, birbirlerine çaktırmama gayreti içerisindeler.

Üçünün de beyni, yoğun bir şekilde çalışıyor şu anda.. Erkekler gerçekten garip canlılar.. Aynı anda birden çok şeyi düşünüp aynı zamanda bunları uygulama yeteneğini çoğu zaman kullanmayı bile beceremezken, kızlar söz konusu olunca eksiksiz bir biçimde kullanabiliyorlar.

Her biri de şu an kendi beyninde kıza nasıl bir yaklaşım sergileyip ilgisini çekeceğine yönelik taktiksel savaşlar yaparken, bir yandan da “Ulan ne şekilde otursam, nasıl davransam karizmatik görünürüm acaba?” düşüncesiyle kendilerine en uygun karizmatik duruşu bulmaya çalışıyorlar.. Erkeklerin kendini karşı cinse beğendirmeye çalıştığı zamanlarda kasıntı duruşlar sergilemesi bilinen bir gerçektir. Hepsi birer karizma abidesi görünümünde şu an.. Tabi ki bu karizmatik duruşla birlikte gelen bazı yenilikler var ve bu davranışlara da yansıyor. Yiyecekleri, içecekleri belirli bir düzen ve zarafet çerçevesinde tüketmeye başlıyorlar. Daha üç saat önce kendi aralarında 4,5 saniyelik geğirme rekoru denemesi yapan bu erkekler, şimdi her aldıkları lokmadan sonra ağızlarını peçeteyle hafif hafif dokundurarak siliyorlar. Birdenbire evrim geçirdiler sanki.. Evrimin son halkası olan bu karizmatik üç beyefendinin beyinleri tabi ki sadece bunlarla yetinmeyip işlem çalışmalarına devam ediyor ve “Normal, günlük yaşamdaki konuşmandan sıyrıl hemen !” komutu veriyor. Sonuç olarak daha düzgün, nazik ve karizmatik bir konuşma ortaya çıkıyor.. Normal zamanlarda saçma bulduğu bir şeye “La bi z.ktir git yaa !! Çok saçma bişey o dediğin.. Öööle iş mi olur?” diye cevap veren birisi, şimdi karşısındaki kıza “Ya tabi, kişilerin kendine göre doğruları var. Ben öyle düşünmüyorum ama onlara da saygı duyarım..” diye konuşuyor. Bir başka zaman dışarıda güzel bir kadın görünce “Oha lan hatuna bak.. Off !! Kalçaları da erik gibi kütür kütür..” diyen adamlar, şimdi “Ben önce kişiliğe bakarım yaa.. Önemli olan kişiliktir.. Güzellik, cinsellik falan benim için ön planda değil” şeklinde demeçler veriyor. Şu an tamamen yenilenmiş bu kişiler kendilerini olduğundan farklı göstermekte oldukça başarılılar..

Evet kızlar !! O yeni tanıştığınız adam, gerçekte kendisi değil…

Ve bu er kişilerin beyinleri kişilik değişimi oyununu sürdürürken aynı zamanda başka bir şeyle daha uğraşıyor: Kendini ön plana çıkarma..

Kendini ön plana çıkarma işi kolay bir iş değil. Hele ki rakiplerin olduğu bir ortamda durum daha da zor.. Fakat içlerinden birisi bunu elde etmiş gibi..

Çoğu arkadaş grubunda muhabbeti yönlendiren, sözünü bir şekilde dinlettiren, geveze, atraktif, grubun odak kişisi olan birisi mevcuttur. Bu kişi o grubun merkez adamıdır.. İşte bu üç erkekten bir tanesi de o merkez adam konumuna geçmeyi başardı. Merkez Adam bu özelliğiyle kendini diğerlerine göre daha ön planda tutmayı başarıyor. Üstelik fırsatını bulursa, rakiplerinin üzerinden de espri yapacak. Böylelikle hem onları daha da düşürerek bu oyundan düşmelerini sağlayacak hem de kendini daha da yükseltmiş olacak. (Ne kadar da fesat çıktı şu merkez adamlar ?)

Ve fırsatını buluyor da..

İçlerinden birisinin yapmış olduğu bir gaf, merkez adamın eline bu kozu veriyor.

Yapılan bu gaf sonucunda tüm masa gülünce, gafı yapan kişinin (2 numaralı rakip diyelim) bünyesinde küçük bir sevinç, küçük bir heyecanlanma meydana geliyor. (Evet.. Ortamdaki herkesi güldürmek insanda sevinç yaratır.) Ama Merkez Adam, bu gafın üzerinden espri yaparak 2 numarayı hafif hafif rezil etmeye başlayınca, 2 numaranın sevinci yerini “Hay arkadaş.. Ağzıma zıçsalardı da o lafı etmeyeydim. Nerden düştük şunun diline?” şeklinde sitemkâr düşünceye dönüşüyor. Kendisi artık her espri yapmaya çalıştığında, her lafa girmeye çalıştığında Merkez Adam tarafından o gaf yüzüne vurularak, o gaf üzerinden espri geliştirilerek rezil edilecek.

3 numaralı rakibimiz ise yarıştan pes etmiş gibi. Hiçbir çıkış yok. Dışarıdan bakıldığında herkes muhabbette aktif bir biçimde yer alıyor. Fakat herkesin bildiği bir şey var ki açıkça belli olmasa bile aslında Merkez Adam koyu muhabbetin devam ettiği şu ortamda konuyu belirliyor, sürdürüyor ve belirli aralıklarla 2 numaranın gafından muhabbet konusuna uygun espriler üretiyor.. Yapılan bu espri artık baymaya başlasa bile kimse pek bir şey diyemiyor. (Merkez Adam’ın dokunulmazlığı vardır.) Ortamdakiler ise bu esprilere sadece zorlama bir “Mehe mehe” gülüşüyle eşlik ediyor.

Yine de genel olarak hakimiyet Merkez Adama ait.. 2 numaralı rakibi neredeyse eledi, 3 numaralı rakip ise pasif kalmanın sonucu otomatik olarak ilgiyi kaybetti. Merkez Adam artık kendi zaferini ilan etmek üzere.. Artık bu birbirine rakip olan diğer iki kişi de kızı Merkez Adam’a kaptırdıkları yönünde hemfikir. Fakat bu fikir birliğine rağmen hala birbirlerine bir şey çaktırmama gayretindeler..Ortam, iki tane hayal kırıklığının verdiği durgunluk ve bir zafer edasının verdiği ferahlama dolayısıyla hafiften durulmaya başlıyor. Muhabbet biraz öncekiler kadar coşkulu değil. Merkez Adam genellikle direk olarak kızla diyaloga giriyor. Fakat yine de pek rahat değil. Ortamın kalabalık olması istediği rahatlıkta konuşmasını engelliyor.

Tam ortam durulmuşken bunu fırsat bilen kız yavaş yavaş çantasını ve eşyalarını toplamaya başlıyor. (Durgunluk başlayınca kişide eve gitme dürtüleri uyanır..) Eşyalarını toplarken herkese şöyle bir gülümseyerek bakış atıyor ve “Ben artık kalkayım yaa.. “ diyor.. “Daha erkek arkadaşımla buluşacağım..”

Üç adamımızın da bir anlığına, gülen yüzleri hafiften asılıyor, gözleri büyüyor ve kaşları yukarı kalkıyor.

Tam bir hayal kırıklığı…

Fakat bu kırıklığı birbirlerine belli etmemek adına yüzlerindeki bu kırgınlık ifadesini hemen “Aaa otursaydın yaa” şeklindeki `şaşırmış insan´ ifadesiyle değiştiriyorlar. Merkez Adam hemen lafa girerek “İyi neyse tamam, nasıl istersen ehe ehe” diye cevap veriyor. Kız kalkmaya hazırlanınca tanıdıkları olan kız arkadaş da kalkma gereği hissediyor.(Bir arkadaş kalkınca diğeri de kalkar.. Sürü psikolojisi..) Sonrasında herkese iyi akşamlar dileyip beraberce gidiyorlar.

Üç silahşörümüz hayal kırıklıkları içerisinde mecburen grubun geri kalanının muhabbetine dahil oluyorlar fakat konudan bihaberler.. Grup yarım kalan muhabbetlerine devam ediyor. İlk başlarda bakıp beğenmedikleri başka bir kız kikirdeyerek lafa giriyor ve “Evet yaa biz de geçen Nilay’la bir arkadaşın evine gittik. Baya içmişiz yaa, bildiğin dağıtmışız. Nasıl eve geldim hatırlamıyorum ihihi” diyor.

Üç erkeğimiz de bu kızı göz hapsine almaya başlıyor…

20.11.10

Gitar mı var?? Tamam !! Bu kızı tavlarsın...

Bir kafenin en ücra masasında başbaşa oturuyorlar. Kahramanımız Oğuz’un bugün doğum günü... Ve hem doğum günü olmasının hem de hoşlandığı kızla bir gün geçirecek olmasının mutluluğu içerisinde. Fakat daha önemli bir nokta var: Oğuz artık bugün, bu hanım kızımıza gayet açık bir şekilde kendisinden hoşlandığını söyleyecek ve hanım kızımızdan da bir karşılık bekleyecek.

Oğuz aslında daha önceki buluşmalarında hoşlandığını belli edici davranışlarda bulunmuştu. Kızdan herhangi bir geri dönüş alamamasına rağmen pes etmeyerek iltifatlar etmeye devam etmiş, ilgi göstermiş, hediyeler almıştı. Hatta hediye aldığı yerdeki satıcı kadın “Sen bu kıza âşıksın değil mi ehi ehi” diye gülerek böyle bir şeyi hiç beklemeyen Oğuz’un bir anda utanmasına neden olmuştu. Hanım kızımızın, satıcının bu laubali tavrı karşısında tepkisi ise kızların çoğu zaman kullandığı “cevap vermeden sadece gülümseyerek olayı geçiştir” taktiğiydi.

Evet, bu gibi durumlar karşısında hanım kızlarımız hiçbir cevap vermeden sadece gülümseyerek sorumluluğu üzerinden atar ve bütün yükü erkek kişisinin omuzlarına yüklerler. Bu noktada cevap hakkı otomatik olarak erkeğe devredilir. Ve erkek kişisi özellikle de bu gibi durumlarda yanında hoşlandığı bir kız varsa eğer, tamamen şaşkaloz bir hale geçer. Elini kolunu nereye koyacağını bilemez.. Ve koyacak bir yer bulamayınca da kafasının arkasını kaşımaya başlar... “Ehe mehe” şeklinde anlamsız bir sırıtma, yüz hatlarına dahil olur.. Vücutta adrenalin hormonu salgılanır, nabız yükselir, buna bağlı olarak ateş basar.. (Sallıyorum lan inanmayın..) Beyin bu sırada “Bir şeyler yap angut !! Mal mal durma… Kurtul bu durumdan !!” emri verir. Kişi bu emre uyarak durumu kurtarmak adına bir şeyler söyleme gereği hisseder. Gerçek şu ki bu kadar etki altındayken kimsenin doğru düzgün konuşması beklenemez. Dolayısıyla bir saçmalama başlar.. Normalde insanın hayatına “Eee… Evet evet !! Şey yaa daha yeni çıkmaya başladık.. Yani çıkmak derken şey yani.. Dışarı yaa !! Dışarı yeni çıktık işte.. Ehe mehe :) “ gibi bir açıklama dahil olur mu? Oğuz’unkine oluyor işte…

İşte Oğuz o tip durumları tekrar yaşamamak için şu anda bu masada… Sipariş ettikleri kahveleri reklamlardaki gibi şöyle bir koklayıp “Mmm nefis” sözleri eşliğinde yudumlayarak başladıkları bu muhabbette, Oğuz birbiri ardına patlattığı esprilerle kızı güldürüyor. (Muhtemelen kendi içinden de “İyi gidiyorum lan ehe ehe” diyerek seviniyor.) Evet fırsatını bulunca da kıza açılacak. Fakat konunun konuyu açtığı bu tip muhabbetlerde konu, kişinin istediği yere bir türlü gelmez. Aksine bambaşka yerlere gider. Burada da konu nedense kızın geçenlerde gittiği bir kafe’ye geliyor. Oğuz da doğal olarak “Hmm nasıl güzel bir yer miydi?” diye sormuş bulunuyor… Keşke sormasaydı… Kız “Evet yaa çok güzeldi.” diyor.. “Orada gitar çalan çocuk vardııı.. Çok yakışıklıydı yaa.. Çok hoştuuu…”

Oğuz’un bir anda yüzü asılıyor..

Kız “Sürekli birbirimizle bakıştık yaa..” diyerek devam ediyor.

Oğuz’un morali sıfırlanıyor.

“Sesi de çok güzeldi.. Hatta sürekli gözlerime bakarak şarkı söyledi yaa..”

Oğuz sinirlenmeye başlıyor, gözbebekleri büyüyor.

“İstek şarkıda bulundum onları da söyledi.. Grup Seksendört’ten Ölürüm Hasretinle’yi istedim. Gözlerime baka baka çaldı yaa çok güzeldi”

Oğuz’un nabızı hızlanıyor. Kalp atışları artıyor.

“Sonra Kenan Doğulu’dan Tutamıyorum Zamanı’yı istedim.. Çalacaktı ama gitarı sesine göre akort etmesi lazımmış onun için söyleyemedi. Ama gülümseyerek söz verdi daha sonra çalcakmış..”

Oğuz’un vücudunda adrenalin seviyesi artıyor. Solunum hızlanıyor. Burun delikleri genişliyor.

“Sonra da program bitince gözlerime bakarak `Hoşçakal´ dedi.. Çok tatlıydı yaa.. Adı Ömer’miş.. Facebook’da aradım ama bulamadım. Bir dahakine gidip tanışıcam bu sefer..”

Oğuz ellerini masadan çekip cebine götürüyor. Sinirden ellerini sıkıp yumruk şekline getiriyor.

“Hatta haftaya da başka bir şarkı isticem.. Onu çalsın çok hoş oluuur..”

Oğuz eğer bir çizgi filmde oynasaydı, sinirlenince kıpkırmızı olup tepesinden buhar fışkıran çizgi film karakterleri gibi olurdu. Fakat gerçek hayatta onun yerine sadece ellerini sıkıp yumruk yapmakla yetinmek zorunda. Üstelik Oğuz’un kendisi de gitar çaldığı için, sevdiği kızın başka bir gitar çalan erkek tarafından fethedildiğini duyunca sinir katsayısı yaklaşık olarak “on üzeri yirmi yedi” kat daha artıyor... (sinir katsayısını k= 8,73548x10^9 alınız..)

Burada size `Hoşlandığı kızı başkasına kaptıran erkeğin psikolojisi çok karmaşıktır´ demek isterdim ama hayır değildir. Çok basittir.. Direkman sinirlenir, kafayı yer… Bir anda o kaptırdığı kişiye kin ve nefret besler. O kişinin yaptığı her şey, söylediği her söz sinirine gider. Aslında bu sadece erkeklerin değil, bu duruma maruz kalan herhangi bir insanın da psikolojisidir. En nihayetinde Oğuz’da bu psikolojinin içinde.. Üstüne üstlük hayatta en nefret ettiği şeylerden birisi olan “Gitarı kız tavlama aracı olarak kullanan erkek kişisi” tarafından sevdiği kız elinden tabiri caizse uçup gitti.. Olayların bu raddeye geldiği durumda artık erkek kişisi hiç farkında olmadan son kozu olan “rakibini olabildiğince kötüle” moduna girmeye başlar. İşte Oğuz’da bu psikolojiye giriyor ve tüm gitar bilgisini konuşturarak rakibini kötülemeye başlıyor:

Ya bırak yaa! Bi kere Tutamıyorum Zamanı gibi kek bir parçayı söylemek için bile akort etmeye, yani `Transpoze´ etmeye gerek duyuyosa bir cacık olmaz ondan.. Üstelik o parça ya `La Minör´den ya da `Fa Majör´den çalınır.. Bunu bile yapamıyorsa hiçbir b.k olmaz ondan.. Zaten kızın gözlerine bakarak gitar çalıp şarkı söyleyen biri de hıyarın tekidir.. Boşversene !! Ayrıca o mekanı da biliyorum hiç güzel bir yer değil !!

Aşırı bilgi yüklemesi ve kötülemeye maruz kalan hanım kızımız küçük bir “Hö??” çektikten sonra kendine gelip “Tamam ya ne bileyim işte.. Ama çok tatlıydı..” diyor. Sanırım hala Oğuz’un tavırlarından o çocuğu kıskandığını anlamadı… Oğuz ise suratı asık bir şekilde bir yandan bacaklarını sağa sola sallarken bir eli ile de masayı tıkırdatıyor. (bkz: gergin insan davranışları) Bir süre sessiz bir ortam oluşuyor. Bu sessiz ortama ise mekânda çalmakta olan “Sana Kırmızı Çok Yakışıyor” isimli Hande Yener şarkısı manidar bir şekilde eşlik ediyor. Daha sonra hanım kızımız “Eee buradan sonra nereye gidelim?” diye soruyor. Gezmeye programlanan bu kıza karşılık Oğuz’da artık gitmeye programlandı.. Çünkü bütün hayalleri suya düştü. Ve biliyor ki bu moral bozukluğu ve sinir ile güne devam ederse, her şey daha da kötü olacak. O yüzden kıza bir işinin çıktığını ve gitmesi gerektiğini söylüyor. Birkaç dakika sonra da kafeden çıktıkları gibi doğru eve gitmek için otobüse biniyor.

Otobüste başını cama dayayıp dışarıyı izleyen Oğuz, adeta duygusal bir şarkının klibindeymiş havası yaratıyor. Her şey artık siyah-beyaz bir burukluk içerisinde onun için.. (O ne demek lan?) Hatta bu burukluğu, dişlerini sıkıp elini yumruk yaparak “Aah ah” homurtuları eşliğinde öndeki koltuğa vurarak ortaya çıkarıyor. Ama bu klip biraz daha sıkıcı.. Zira Oğuz 45 dk boyunca mal mal camdan dışarı bakınarak yolculuğu geçiriyor.

Evine geliyor. Mutfaktan “Oğuz sen mi geldin oğlum?” diye seslenen annesine “Heaa ben geldim !!” şeklinde ters bir cevap vererek odasına geçiyor… Kapısını da kapattıktan sonra yatağına uzanarak yanı başındaki gitarına öylece bakıyor.. Aklında onlarca şey var.. Bir süre "Atamayana atarlar demişler.. Doğruymuş.." isimli düşünce aleminde dolandıktan sonra tekrar doğrulup eline gitarını alıyor. Biraz akort ettikten sonra gitarın tellerine vurup `La Minör´den Kenan Doğulu’nun parçasına giriyor: “Ama karar ver! Tutamıyorum zamanııııı”

5.11.10

Bana özlü söz söyleme !! Mal gibi kalıyorum...

Televizyonun karşısında uyuklamak üzereyim. Gözlerim ağır ağır aşağı doğru iniyor. Tam kapanacakken tekrar açıyorum. Ama bu çok uzun sürmüyor ve göz kapaklarım tekrar aşağıya doğru inmeye başlıyor. Tam kapacakken ben yine açıyorum. Bu göz açıp kapama oyunu bir süre daha böyle devam ediyor. Televizyon karşısında uyumakla uyumamak arasında kalan bir insanın bu `göz kapağıyla savaşma´ oyununu niçin oynadığı belirsizdir. Aslında kimin galip geleceği çok açık olmasına rağmen nedensiz bir şekilde bu sürdürülür. O sırada hiçbir şey düşünülemez. Bilinç kaybolmuştur çünkü. İşte bu yüzden normalde göz kapaklarıma yenileceğimi bilen ben bile nedensiz bir şekilde karşı gelmeye devam ediyorum. Fakat birkaç saniye sonra gözlerim “Hadi arkadaşım yeter artık kapatıyoruz…” anlamını taşıyan “kepenk indirme hareketi”ni gözkapaklarıma büyük bir kararlılıkla uyguluyor. Ve ben de çaresizce yenilgiyi kabulleniyorum.

Televizyon karşısında uykuya yenik düşen insanların dünyasında tam yerimi alacakken, gayet kart bir ses “Uyan yeğen” diyor... “Noluyo lan?” diyerek uyanıyorum. İki saniye televizyona baktıktan sonra durumu idrak ediyorum. Evet.. Buna sebep olan ses televizyondaki yaşlı bir amcaya ait. Bu yaşlı amca karşısına aldığı esas adamımıza özlü sözler söyleyerek `hayat dersi´ veren birisi.. Esas adam bu amcayı gayet ciddi, mağrur bir ifadeyle dinleyip, anlamış gibi yapıyor. Aslında hiçbir b.k anlamadığına eminim.. Sonuçta ben herhangi bir insanın “Uyan yeğen !! Gaflet uykusu ormandaki sinsi tuzaklar gibidir.. Bir kere yakalandın mı kurtuluşu yoktur.. ” sözünü benimseyip, bundan bir hayat dersi çıkaracağına pek ihtimal veremiyorum.. Zaten Esas Adam da gidip iki üç adam öldürdükten sonra olaylar her zaman olduğu gibi normal seyrinde devam ediyor. Bütün bunların üzerine beynimdeki uyku zerrecikleri “Hadi olm bak değişen hiçbir şey yok.. Sen uyumana devam et.. Pişşş… Pişşşş..” diyerek beni tekrar uykuya davet ediyorlar.. Bence bu daha özlü bir söz.. Şu an bu sözü benimseyip hayatıma uygulayabilirim mesela.. Öyle de yapıyorum. Tekrar uykuya dalıyorum… veren birisi.. Esas adam bu amcayı gayet ciddi, mağrur bir ifadeyle dinleyip, anlamış gibi yapıyor. Aslında hiçbir b.k anlamadığına eminim.. Sonuçta ben herhangi bir insanın

Birkaç Gün Sonra…

Akşam vakti BİM’den, alışverişten çıkıp eve doğru gidiyorum. Biraz ilerideki büfenin önünden geçerken içerideki büfecinin ve yanındaki çocuğun kafalarını kaldırmış yukarı doğru baktıklarını görüyorum. “Aha” diyorum, “Bunlara da Azrail göründü herhalde ölecekmiş gibi yukarı bakıyorlar”.. Fakat bir saniye sonra o yukarı baktıkları yerden “Rüzgar ne kadar sert eserse essin kayadan alıp götüreceği sadece tozdur Memati..” diye bir ses geliyor kulağıma.. Anlıyorum ki `Azrail´ değil `Polat Alemdar´ gözükmüş büfecilere.. Bu sözün hemen ardından büfeci “Vay la görüyon mu ne laf etti ama.. Valla da öle haa toz götürüyo sadece..” şeklinde bir söylemde bulunarak Polat Alemdar’ın bu mükemmel fizik deneyini onaylıyor..

Büfeciyi geçip biraz daha ilerliyorum. Bu sefer bizim ayakkabıcı Salih abi’nin dükkânının önündeyim. Salih abi taburesini çekmiş, dükkânın önünde oturuyor. “Kolay gelsin Salih abi.. Nasılsın?” diyorum.. “Moralim bozuk yav” diyor.. Durup “Hayırdır n’oldu ki?” diye soruyorum.. Biraz yüzüme baktıktan sonra derin bir nefes çekiyor. Ardından dizilerdeki o karizmatik adamların edasıyla şöyle bir doğrulup “ Sokakta gezen boz itin esnafa zararı olur Murat’ım…” diyor. Söylediği şeye hiçbir anlam veremediğim için öylece tren görmüş öküz edasıyla boş boş bakakalıyorum. Beynim bir an `Error 404.. Hata kodu: 06xhk67s92.. Bellek read olamadı..´ hatası vererek çöküşe uğruyor. (bkz: anlamsız Windows hataları)

Normalde televizyon dizilerinde olsak Salih abi esas adam rolünde o sözü söylediği anda arka plandan bir gerilim müziği girer, etrafta bir sis perdesi olur, ben ise ikinci adam rolünde mağrur bir ifadeyle Salih abi’yi kararlı kararlı dinliyor olarak o sözü doğrulayıcı hareketlerde bulunurdum. Ama onun yerine Salih abi şu an karşısında, elinde BİM poşetiyle yarım kilo yoğurt taşıyan ve kendisine salak salak bakan birisini görüyor.. Arka planda ise gerilim müziği yerine arkadan geçmekte olan arabanın radyosunda çalan ve sözleri “Ölürüm hasretine dayanamaaaam” şeklinde olan bir müzik çalıyor.

Hayat hiç de dizilerdeki gibi değilmiş demek ki.. İşte bu acı gerçeklerden ve benim bön bön bakışlarımdan olacak Salih abi hiçbir şey anlamadığımı anlıyor, “Bi bok anlamadın dimi lan?” diyor. “Ulan” diyorum içimden, “Hem kendini Kurtlar Vadisindeymiş gibi zannedip anlamsız anlamsız özlü söz söylediğini sanıyosun, sonra da gelip beni suçluyosun. Sokakta gezen boz itten bana ne? O iti görsem alt tarafı `La hoşt !!´ diyerek kovalarım o kadar.. “ diye düşünüyorum. Bu düşüncelerim bazı yusuf yusuf nedenlerinden dolayı ağzımdan “Abi ne yalan söyleyeyim anlamadım. Köpek mi girdi dükkâna n’oldu?” şeklinde çıkıyor.. “Ula oğlum de get !!” diyerek adeta beni aşağılıyor. “Yav anlat n’oldu?” diyorum, bu sefer direnmeyip derin bir nefes alarak anlatmaya başlıyor:

“Daha demin dükkana bir müşteri geldi. Ayakkabılara baktı, denedi, onu giydi bunu çıkardı falan.. Baya bi ayakkabı denedikten sonra bir tane Converse’i beğendi, almaya karar verdi. (bkz: Converse ayakkabı).. Tam ödemeyi yapmaya kasaya gelirken o sırada dükkâna başka bir müşteri daha girdi. Geldi yanımızdaki müşterinin elindeki ayakkabıyı gördü, dedi ki: `Ben de bundan istiyorum ama açık mor renkli olanından´.. Sonra bizdeki müşteri de tutturmaz mı `Ya evet bundan vazgeçtim ben de o renkten istiyorum´ diye? Elimde o renkten yok.. Her ne kadar `O renkten yok bunu vereyim veya başka renklere bakın´ diye çabalasam da ikisi de almadan gitti. Eldeki müşteriden de etti bizi o p.zevenk…”

Salih abi bu macerasını anlattıktan sonra ve tekrardan derin bir nefes alıyor. Ben de “Hee kötü olmuş abi” diye bir cevap veriyorum (cevaba bak...) Ama yüzümde duran bön bön bakma ifadesi değişmiş değil. Çünkü hala çözebilmiş değilim. “Ee abi boz it ne alaka?” diye soruyorum. “Oğlum sokakta gezen boz it de gelir dükkânın önündeki eşyalara sürtünür, kirini bulaştırır. Biri de o rengi görür `Aynısından istiyorum´ der. Sittin sene bulamazsın..” diyor. Yüzümdeki bönlük ifadesi yerini her şeyi çözmüş insan rahatlığına bırakıyor ve ağzımdan koca bir “Haaa !!” çıkıyor. Aslında o sırada beynim bana “Haass…tir lan öyle iş mi olur?” dememi söylemişti. Ama aynı yusuf yusuf nedenleri burada da kendini gösteriyor ve sadece “Haaa” kısmı çıkıyor. “Haa yaaa” diyor Salih abi... “Valla kötü olmuş abi ne diyim.. Neyse hayırlısı yaa.. “ diyerek yavaş yavaş gitme belirtileri gösteriyorum. Sonra da iyi akşamlar dileyip eve doğru ilerliyorum.

Birkaç saat sonrası.. Saatler geceyarısına doğru geliyor ve ben yine televizyonun karşısında uyuklamak üzereyim.. Gözlerim ağır ağır aşağı doğru iniyor. Bu sefer hiç direnmeden gözlerimin kapanmasına müsaade ediyorum. O sırada gayet kart bir sesin “Kalk evlat !!” dediğini duyuyor kulaklarım. Yarı bilinçli yarı uykulu halimle içimden “Hadi lan bu sefer yemezler” diye düşünüp uyumaya devam ediyorum. Fakat aynı kart ses beni dürtükleyerek “Murat kalk evladım yerine yat” diyor. Gözlerimi yarım yamalak açıyorum. Babam başımda bana bakıyor. “Uyuma burada kalk yerine yat hadi” diyor. Babamın bu sözü diğer özlü sözlerden daha mantıklı geliyor.. Şu an bu sözü hayatıma uygulayabilirim.. Öyle de yapıyorum. Kalkıp sallana sallana odama yatmaya gidiyorum…

13.10.10

Kızlar var.. Haydi espri yapalım !!

Arkadaşımın evindeyim.. 7-8 kişilik tanımadığım bir grup karşımda harıl harıl muhabbet ediyorlar. Ben ise halının üzerinde saklamak için uğraştığım ayaklarıma bakıyorum. Çorabım delik... Baş parmağım yırtık kısımdan çıkıp herkesi selamlamak için adeta çırpınıyor. Hemen ayak parmaklarımı aşağıya doğru büzüp yırtık kısmı saklamak için uğraşıyorum... Ne acıklı bir sahne !! Ben içten içe “Acaba gördüler mi lan? Rezil olduk millete..” diye düşünüp “ayaklar ve yırtık çoraplar” aleminde dolanırken , dişi bir bireye ait, desibel sınırlarını zorlayan bir kahkaha beni tekrardan tutup bu dünyaya çekiyor.

Dişi bireyimizin bu denli kahkaha atmasına sebep olan şey ise muhabbet esnasında bir erkek arkadaşın araya sıkıştırmış olduğu “ince” espri.. Bu arkadaş yapmış olduğu espriyle ortamdaki bütün herkesi güldürdü. Fakat kendisi herkesin gülmesinden daha çok, kızların gülüp gülmediğine dikkat ediyor. Yaptığı bu espri sonucu kızları güldürünce de yüzü mutlu bir hal alıyor. Sevindi.. Ve kızları güldürebilmiş olmanın bu sevinci içerisinde, yüzünde gülümsemeyle arkasına yaslanıyor. Espri görevini başarıyla yerine getirdi. Muhtemelen bu gidişatı sürdürebilmek için daha çok espri yapacak ve bunun için kendisini zorlayacak. Öte yandan diğer erkekler de yapılan bu espriye güldüler. Fakat bu gülüşün içten bir gülüş olmadığı kesin.. Onların aklında şu anda “Vay şerefsiz !! İyi espri yaptı... Güldürdü kızları.. Keşke ben yapmış olsaydım lan o espriyi” şeklinde “kıskançlık” düşünceleri dolanıp duruyor. (`Beyin okuma´ gibi süper güçlerim var evet..) Bu noktadan sonra onlar da bu esprinin karşılığında altta kalmamak ve skoru eşitlemek adına bir “misilleme espri” yapmak için kendilerini zorlayacaklar. Ortalık “zorlama espriler diyarı”na dönecek..

Kızlı erkekli bir muhabbet ortamında espri yapıp kızları güldürmek erkekliğin şanındandır.. (Hammurabi Kanunları : Madde 1764 / C ).. O yüzden erkekler daha annelerinin karnındayken kızların yanında espri yapacağına dair yemin törenine tabii tutulurlar ve bu özellik DNA’larına işlenir.. Eğer yeterince iyi bir gözlemci olabilirseniz küçük bir erkek bebeğin bile, yanında küçük bir kız bebek olduğunda Agugu mugu he’aa gugu asdfşsş” türü şeyler söyleyerek onu güldürmeye çalıştığını görebilirsiniz. (Eğer yeterince iyi olursanız Şirinler’i de görebilirsiniz.. Neyse..) Ve şimdi odadaki erkeklerin DNA’larına işlenmiş bu özellikleri tavan yapmış durumda. Hepsi de kendilerini zorlayarak espri yapmaya çalışıyor. Öyle ki bazı espriler arada kaynayıp giderek bu espri savaşında “şehit” oluyorlar. Eğer bilim dünyası “zorlama espri ölçer” isimli bir ölçüm cihazı üretmiş olsaydı, gösterge “kırmızı alarm” veya “tehlike bölgesi” durumunu gösterirdi..

Olayın bu denli “kırmızı alarm” derecesine kadar büyümesinde etkili olan büyük bir faktör daha var. O da ortamda bulunan üç adet kızdan ikisinin “gülmeye elverişli kız” olması.. Anlatılan her şeye gülen bu kızlar “ihihihihi” şeklindeki anlamsız sözlerle ortalığı şenlendiriyorlar. Aslında herkesin sırıta sırıta güldüğü şu ortamda çok rahat bir şekilde “bembeyaz dişlerle siz de gülümseyin” temalı diş macunu reklamları çekilebilir. Ama bunu engelleyen birisi var: Diğer üçüncü kız..

Diğer ikisi her şeye katıla katıla gülüp sit-com dizilerinde arkadan verilen “kahkaha efekti” rolünü üstlenirken, üçüncü kızımız ise şu anda “her şeye gülmeyen, ciddi, elit kısım insanı” rolünü oynuyor. Her biri birer Cem Yılmaz seviyesine gelmiş arkadaşlarımızın yaptığı onca espri arasından gülmek adına çıkardığı tek ses, burnundan hafif nefes verip gülümsenerek çıkan “Hıhfpmss” sesi.. O çıkardığı bu sesle “Sizinle ben aynı değiliz.. Ben sizin güldüğünüz şeylere gülmem.. Ben farklıyım…” mesajı vermek istiyor. Cem Yılmaz’larımız sanırım bu mesajı daha alamadılar. Yaptıkları her espri sonrası “Acaba bu sefer onu güldürebildik mi?” düşüncesiyle Elit kıza kısa bir bakış atıyorlar. Bu bakış erkeklerin, bir kadının göğüs çatalına bakarken attığı bakışla aynı.. ( Anlık bir bakış.. Ardından hemen gözünü çekip etrafını süzerek “Acaba gören oldu mu?” bakışı.. ) Elit kızın gülmek yerine, sıkıntıdan çantasının kulpuyla oynadığını görünce her seferinde moralleri bozuluyor. “Bay İnce Espri” bu durumu kaçırmayacak.. Muhabbet ortamında suskun duran her kişiye sorulan o klişe soruyu soracak.. Ve soruyor da: “Hayırdır.. Hiç konuşmuyorsun.. Canın mı sıkkın?”.. Elit Hanım bir anda kafasını kaldırıp hafifçe “hıhfpmss” gülümsemesi eşliğinde “Yoo bi’şeyim yok..” diye cevap veriyor. İnce Espri ise “Ne bileyim hiç konuşmuyorsun da..” diyerek ikinci bir cevap bekliyor.. Elit Hanım aynı hıhfpmss eşliğinde “Yani… ne bileyim işte..” diyerek bir cevap vermek istiyor ama cümleyi tamamlayamıyor. Çünkü tamamlanabilecek bir cümle değil bu. Zaten insanlık tarihinde bu cümleyi tamamlayabilen hiç çıkmadı.. Tam bu esnada diğer kızlardan birinin telefonu çalarak Elit Hanım’ın başlayıp bitiremediği bu cümleyi “tamamlanamayan cümleler diyarı”na sonsuza dek gönderiyor. (Ortamda bir kızın telefonu çalarsa her şey bırakılıp bırakıp ona dikkat kesilir).. Gelen telefon Bora’dan.. Arabasıyla kapının önüne gelip onları beklediğini söylüyor.. Cem Yılmaz’lar bu habere biraz bozuluyorlar tabii.. (biraz mı?). Kızlar ise apar topar “Hadi canım görüşürüüüz” nidaları eşliğinde kalkıp gidiyorlar. Sonuç olarak Cem Yılmaz’ların esprileri Bora’nın arabası karşısında bariz bir farkla yenik düşüyor…

1 Saat Sonra…

Telefonum çalıyor. Açıyorum.. Arayan kişi her gün bir başka kızla takılmayı görev edinmiş bir arkadaş... “Abi nerdesin yaa?” diyor. “Arkadaşlardayım” diyorum.. “Hemen gel bilmemnerede buluşalım, oradan kızların evine gitcez” diyor.. “Kızlar” diye bahsettiği kişiler benim çok fazla konuşmuşluğumun olmadığı fakat kendisinin gayet samimi olduğu birisi ve onun ev arkadaşı... “Olm ne işim var benim onlarda?” diyorum.. “Ya başlatma hadi gel çabuk bekliyorum” diyor. İstemeye istemeye yanına gidiyorum (He canım yedik biz de onu, istemiyormuş)… Sonra başka bir yerden kızları da alıp evlerine gidiyoruz.

Hep beraber salonda muhabbet halindeyiz. Arkadaşım Bay Çapkın ve ben, kızların yanında olduğumuz için, DNA’larımız gereği araya sürekli espri sıkıştırmaya çalışıyoruz. (Aaa ben de erkekmişim!).. Fakat ortada benim moralimi bozan bir faktör var. Yapılan her espri sonrası kulağıma “Hıhfpmss” sesleri geliyor. Sesin geldiği yere bakıyorum.. Kızın ev arkadaşından geliyor… İşte ikinci bir “Elit” vakası daha..

Fazla önemsemeyip konuşmaya tekrar dahil olmaya çalışıyorum. Ama birkaç dakika sonra canım sıkılıyor zaten. Sıkıntıdan etrafa göz gezdirmeye başlıyorum. Bayan Elit’ de sıkılmış olacak ki boş gözlerle halıya bakıyor. Sonra o halının üzerinde gözlerini gezdirerek benim bulunduğum yerde sabitliyor. Kafamı hafifçe doğrultup onun baktığı yere bakıyorum. O noktada ayaklarım var. Çorabım delik… Başparmağım yırtık kısımdan çıkmış, herkesi selamlıyor. Hemen ayak parmaklarımı aşağıya doğru büzüyorum. Yüzümde yakalanmış olmanın verdiği absürt bir ifade var. O sırada Bayan Elit’le göz göze geliyoruz.. Gülmeye başlıyor…