20.11.10

Gitar mı var?? Tamam !! Bu kızı tavlarsın...

Bir kafenin en ücra masasında başbaşa oturuyorlar. Kahramanımız Oğuz’un bugün doğum günü... Ve hem doğum günü olmasının hem de hoşlandığı kızla bir gün geçirecek olmasının mutluluğu içerisinde. Fakat daha önemli bir nokta var: Oğuz artık bugün, bu hanım kızımıza gayet açık bir şekilde kendisinden hoşlandığını söyleyecek ve hanım kızımızdan da bir karşılık bekleyecek.

Oğuz aslında daha önceki buluşmalarında hoşlandığını belli edici davranışlarda bulunmuştu. Kızdan herhangi bir geri dönüş alamamasına rağmen pes etmeyerek iltifatlar etmeye devam etmiş, ilgi göstermiş, hediyeler almıştı. Hatta hediye aldığı yerdeki satıcı kadın “Sen bu kıza âşıksın değil mi ehi ehi” diye gülerek böyle bir şeyi hiç beklemeyen Oğuz’un bir anda utanmasına neden olmuştu. Hanım kızımızın, satıcının bu laubali tavrı karşısında tepkisi ise kızların çoğu zaman kullandığı “cevap vermeden sadece gülümseyerek olayı geçiştir” taktiğiydi.

Evet, bu gibi durumlar karşısında hanım kızlarımız hiçbir cevap vermeden sadece gülümseyerek sorumluluğu üzerinden atar ve bütün yükü erkek kişisinin omuzlarına yüklerler. Bu noktada cevap hakkı otomatik olarak erkeğe devredilir. Ve erkek kişisi özellikle de bu gibi durumlarda yanında hoşlandığı bir kız varsa eğer, tamamen şaşkaloz bir hale geçer. Elini kolunu nereye koyacağını bilemez.. Ve koyacak bir yer bulamayınca da kafasının arkasını kaşımaya başlar... “Ehe mehe” şeklinde anlamsız bir sırıtma, yüz hatlarına dahil olur.. Vücutta adrenalin hormonu salgılanır, nabız yükselir, buna bağlı olarak ateş basar.. (Sallıyorum lan inanmayın..) Beyin bu sırada “Bir şeyler yap angut !! Mal mal durma… Kurtul bu durumdan !!” emri verir. Kişi bu emre uyarak durumu kurtarmak adına bir şeyler söyleme gereği hisseder. Gerçek şu ki bu kadar etki altındayken kimsenin doğru düzgün konuşması beklenemez. Dolayısıyla bir saçmalama başlar.. Normalde insanın hayatına “Eee… Evet evet !! Şey yaa daha yeni çıkmaya başladık.. Yani çıkmak derken şey yani.. Dışarı yaa !! Dışarı yeni çıktık işte.. Ehe mehe :) “ gibi bir açıklama dahil olur mu? Oğuz’unkine oluyor işte…

İşte Oğuz o tip durumları tekrar yaşamamak için şu anda bu masada… Sipariş ettikleri kahveleri reklamlardaki gibi şöyle bir koklayıp “Mmm nefis” sözleri eşliğinde yudumlayarak başladıkları bu muhabbette, Oğuz birbiri ardına patlattığı esprilerle kızı güldürüyor. (Muhtemelen kendi içinden de “İyi gidiyorum lan ehe ehe” diyerek seviniyor.) Evet fırsatını bulunca da kıza açılacak. Fakat konunun konuyu açtığı bu tip muhabbetlerde konu, kişinin istediği yere bir türlü gelmez. Aksine bambaşka yerlere gider. Burada da konu nedense kızın geçenlerde gittiği bir kafe’ye geliyor. Oğuz da doğal olarak “Hmm nasıl güzel bir yer miydi?” diye sormuş bulunuyor… Keşke sormasaydı… Kız “Evet yaa çok güzeldi.” diyor.. “Orada gitar çalan çocuk vardııı.. Çok yakışıklıydı yaa.. Çok hoştuuu…”

Oğuz’un bir anda yüzü asılıyor..

Kız “Sürekli birbirimizle bakıştık yaa..” diyerek devam ediyor.

Oğuz’un morali sıfırlanıyor.

“Sesi de çok güzeldi.. Hatta sürekli gözlerime bakarak şarkı söyledi yaa..”

Oğuz sinirlenmeye başlıyor, gözbebekleri büyüyor.

“İstek şarkıda bulundum onları da söyledi.. Grup Seksendört’ten Ölürüm Hasretinle’yi istedim. Gözlerime baka baka çaldı yaa çok güzeldi”

Oğuz’un nabızı hızlanıyor. Kalp atışları artıyor.

“Sonra Kenan Doğulu’dan Tutamıyorum Zamanı’yı istedim.. Çalacaktı ama gitarı sesine göre akort etmesi lazımmış onun için söyleyemedi. Ama gülümseyerek söz verdi daha sonra çalcakmış..”

Oğuz’un vücudunda adrenalin seviyesi artıyor. Solunum hızlanıyor. Burun delikleri genişliyor.

“Sonra da program bitince gözlerime bakarak `Hoşçakal´ dedi.. Çok tatlıydı yaa.. Adı Ömer’miş.. Facebook’da aradım ama bulamadım. Bir dahakine gidip tanışıcam bu sefer..”

Oğuz ellerini masadan çekip cebine götürüyor. Sinirden ellerini sıkıp yumruk şekline getiriyor.

“Hatta haftaya da başka bir şarkı isticem.. Onu çalsın çok hoş oluuur..”

Oğuz eğer bir çizgi filmde oynasaydı, sinirlenince kıpkırmızı olup tepesinden buhar fışkıran çizgi film karakterleri gibi olurdu. Fakat gerçek hayatta onun yerine sadece ellerini sıkıp yumruk yapmakla yetinmek zorunda. Üstelik Oğuz’un kendisi de gitar çaldığı için, sevdiği kızın başka bir gitar çalan erkek tarafından fethedildiğini duyunca sinir katsayısı yaklaşık olarak “on üzeri yirmi yedi” kat daha artıyor... (sinir katsayısını k= 8,73548x10^9 alınız..)

Burada size `Hoşlandığı kızı başkasına kaptıran erkeğin psikolojisi çok karmaşıktır´ demek isterdim ama hayır değildir. Çok basittir.. Direkman sinirlenir, kafayı yer… Bir anda o kaptırdığı kişiye kin ve nefret besler. O kişinin yaptığı her şey, söylediği her söz sinirine gider. Aslında bu sadece erkeklerin değil, bu duruma maruz kalan herhangi bir insanın da psikolojisidir. En nihayetinde Oğuz’da bu psikolojinin içinde.. Üstüne üstlük hayatta en nefret ettiği şeylerden birisi olan “Gitarı kız tavlama aracı olarak kullanan erkek kişisi” tarafından sevdiği kız elinden tabiri caizse uçup gitti.. Olayların bu raddeye geldiği durumda artık erkek kişisi hiç farkında olmadan son kozu olan “rakibini olabildiğince kötüle” moduna girmeye başlar. İşte Oğuz’da bu psikolojiye giriyor ve tüm gitar bilgisini konuşturarak rakibini kötülemeye başlıyor:

Ya bırak yaa! Bi kere Tutamıyorum Zamanı gibi kek bir parçayı söylemek için bile akort etmeye, yani `Transpoze´ etmeye gerek duyuyosa bir cacık olmaz ondan.. Üstelik o parça ya `La Minör´den ya da `Fa Majör´den çalınır.. Bunu bile yapamıyorsa hiçbir b.k olmaz ondan.. Zaten kızın gözlerine bakarak gitar çalıp şarkı söyleyen biri de hıyarın tekidir.. Boşversene !! Ayrıca o mekanı da biliyorum hiç güzel bir yer değil !!

Aşırı bilgi yüklemesi ve kötülemeye maruz kalan hanım kızımız küçük bir “Hö??” çektikten sonra kendine gelip “Tamam ya ne bileyim işte.. Ama çok tatlıydı..” diyor. Sanırım hala Oğuz’un tavırlarından o çocuğu kıskandığını anlamadı… Oğuz ise suratı asık bir şekilde bir yandan bacaklarını sağa sola sallarken bir eli ile de masayı tıkırdatıyor. (bkz: gergin insan davranışları) Bir süre sessiz bir ortam oluşuyor. Bu sessiz ortama ise mekânda çalmakta olan “Sana Kırmızı Çok Yakışıyor” isimli Hande Yener şarkısı manidar bir şekilde eşlik ediyor. Daha sonra hanım kızımız “Eee buradan sonra nereye gidelim?” diye soruyor. Gezmeye programlanan bu kıza karşılık Oğuz’da artık gitmeye programlandı.. Çünkü bütün hayalleri suya düştü. Ve biliyor ki bu moral bozukluğu ve sinir ile güne devam ederse, her şey daha da kötü olacak. O yüzden kıza bir işinin çıktığını ve gitmesi gerektiğini söylüyor. Birkaç dakika sonra da kafeden çıktıkları gibi doğru eve gitmek için otobüse biniyor.

Otobüste başını cama dayayıp dışarıyı izleyen Oğuz, adeta duygusal bir şarkının klibindeymiş havası yaratıyor. Her şey artık siyah-beyaz bir burukluk içerisinde onun için.. (O ne demek lan?) Hatta bu burukluğu, dişlerini sıkıp elini yumruk yaparak “Aah ah” homurtuları eşliğinde öndeki koltuğa vurarak ortaya çıkarıyor. Ama bu klip biraz daha sıkıcı.. Zira Oğuz 45 dk boyunca mal mal camdan dışarı bakınarak yolculuğu geçiriyor.

Evine geliyor. Mutfaktan “Oğuz sen mi geldin oğlum?” diye seslenen annesine “Heaa ben geldim !!” şeklinde ters bir cevap vererek odasına geçiyor… Kapısını da kapattıktan sonra yatağına uzanarak yanı başındaki gitarına öylece bakıyor.. Aklında onlarca şey var.. Bir süre "Atamayana atarlar demişler.. Doğruymuş.." isimli düşünce aleminde dolandıktan sonra tekrar doğrulup eline gitarını alıyor. Biraz akort ettikten sonra gitarın tellerine vurup `La Minör´den Kenan Doğulu’nun parçasına giriyor: “Ama karar ver! Tutamıyorum zamanııııı”

5.11.10

Bana özlü söz söyleme !! Mal gibi kalıyorum...

Televizyonun karşısında uyuklamak üzereyim. Gözlerim ağır ağır aşağı doğru iniyor. Tam kapanacakken tekrar açıyorum. Ama bu çok uzun sürmüyor ve göz kapaklarım tekrar aşağıya doğru inmeye başlıyor. Tam kapacakken ben yine açıyorum. Bu göz açıp kapama oyunu bir süre daha böyle devam ediyor. Televizyon karşısında uyumakla uyumamak arasında kalan bir insanın bu `göz kapağıyla savaşma´ oyununu niçin oynadığı belirsizdir. Aslında kimin galip geleceği çok açık olmasına rağmen nedensiz bir şekilde bu sürdürülür. O sırada hiçbir şey düşünülemez. Bilinç kaybolmuştur çünkü. İşte bu yüzden normalde göz kapaklarıma yenileceğimi bilen ben bile nedensiz bir şekilde karşı gelmeye devam ediyorum. Fakat birkaç saniye sonra gözlerim “Hadi arkadaşım yeter artık kapatıyoruz…” anlamını taşıyan “kepenk indirme hareketi”ni gözkapaklarıma büyük bir kararlılıkla uyguluyor. Ve ben de çaresizce yenilgiyi kabulleniyorum.

Televizyon karşısında uykuya yenik düşen insanların dünyasında tam yerimi alacakken, gayet kart bir ses “Uyan yeğen” diyor... “Noluyo lan?” diyerek uyanıyorum. İki saniye televizyona baktıktan sonra durumu idrak ediyorum. Evet.. Buna sebep olan ses televizyondaki yaşlı bir amcaya ait. Bu yaşlı amca karşısına aldığı esas adamımıza özlü sözler söyleyerek `hayat dersi´ veren birisi.. Esas adam bu amcayı gayet ciddi, mağrur bir ifadeyle dinleyip, anlamış gibi yapıyor. Aslında hiçbir b.k anlamadığına eminim.. Sonuçta ben herhangi bir insanın “Uyan yeğen !! Gaflet uykusu ormandaki sinsi tuzaklar gibidir.. Bir kere yakalandın mı kurtuluşu yoktur.. ” sözünü benimseyip, bundan bir hayat dersi çıkaracağına pek ihtimal veremiyorum.. Zaten Esas Adam da gidip iki üç adam öldürdükten sonra olaylar her zaman olduğu gibi normal seyrinde devam ediyor. Bütün bunların üzerine beynimdeki uyku zerrecikleri “Hadi olm bak değişen hiçbir şey yok.. Sen uyumana devam et.. Pişşş… Pişşşş..” diyerek beni tekrar uykuya davet ediyorlar.. Bence bu daha özlü bir söz.. Şu an bu sözü benimseyip hayatıma uygulayabilirim mesela.. Öyle de yapıyorum. Tekrar uykuya dalıyorum… veren birisi.. Esas adam bu amcayı gayet ciddi, mağrur bir ifadeyle dinleyip, anlamış gibi yapıyor. Aslında hiçbir b.k anlamadığına eminim.. Sonuçta ben herhangi bir insanın

Birkaç Gün Sonra…

Akşam vakti BİM’den, alışverişten çıkıp eve doğru gidiyorum. Biraz ilerideki büfenin önünden geçerken içerideki büfecinin ve yanındaki çocuğun kafalarını kaldırmış yukarı doğru baktıklarını görüyorum. “Aha” diyorum, “Bunlara da Azrail göründü herhalde ölecekmiş gibi yukarı bakıyorlar”.. Fakat bir saniye sonra o yukarı baktıkları yerden “Rüzgar ne kadar sert eserse essin kayadan alıp götüreceği sadece tozdur Memati..” diye bir ses geliyor kulağıma.. Anlıyorum ki `Azrail´ değil `Polat Alemdar´ gözükmüş büfecilere.. Bu sözün hemen ardından büfeci “Vay la görüyon mu ne laf etti ama.. Valla da öle haa toz götürüyo sadece..” şeklinde bir söylemde bulunarak Polat Alemdar’ın bu mükemmel fizik deneyini onaylıyor..

Büfeciyi geçip biraz daha ilerliyorum. Bu sefer bizim ayakkabıcı Salih abi’nin dükkânının önündeyim. Salih abi taburesini çekmiş, dükkânın önünde oturuyor. “Kolay gelsin Salih abi.. Nasılsın?” diyorum.. “Moralim bozuk yav” diyor.. Durup “Hayırdır n’oldu ki?” diye soruyorum.. Biraz yüzüme baktıktan sonra derin bir nefes çekiyor. Ardından dizilerdeki o karizmatik adamların edasıyla şöyle bir doğrulup “ Sokakta gezen boz itin esnafa zararı olur Murat’ım…” diyor. Söylediği şeye hiçbir anlam veremediğim için öylece tren görmüş öküz edasıyla boş boş bakakalıyorum. Beynim bir an `Error 404.. Hata kodu: 06xhk67s92.. Bellek read olamadı..´ hatası vererek çöküşe uğruyor. (bkz: anlamsız Windows hataları)

Normalde televizyon dizilerinde olsak Salih abi esas adam rolünde o sözü söylediği anda arka plandan bir gerilim müziği girer, etrafta bir sis perdesi olur, ben ise ikinci adam rolünde mağrur bir ifadeyle Salih abi’yi kararlı kararlı dinliyor olarak o sözü doğrulayıcı hareketlerde bulunurdum. Ama onun yerine Salih abi şu an karşısında, elinde BİM poşetiyle yarım kilo yoğurt taşıyan ve kendisine salak salak bakan birisini görüyor.. Arka planda ise gerilim müziği yerine arkadan geçmekte olan arabanın radyosunda çalan ve sözleri “Ölürüm hasretine dayanamaaaam” şeklinde olan bir müzik çalıyor.

Hayat hiç de dizilerdeki gibi değilmiş demek ki.. İşte bu acı gerçeklerden ve benim bön bön bakışlarımdan olacak Salih abi hiçbir şey anlamadığımı anlıyor, “Bi bok anlamadın dimi lan?” diyor. “Ulan” diyorum içimden, “Hem kendini Kurtlar Vadisindeymiş gibi zannedip anlamsız anlamsız özlü söz söylediğini sanıyosun, sonra da gelip beni suçluyosun. Sokakta gezen boz itten bana ne? O iti görsem alt tarafı `La hoşt !!´ diyerek kovalarım o kadar.. “ diye düşünüyorum. Bu düşüncelerim bazı yusuf yusuf nedenlerinden dolayı ağzımdan “Abi ne yalan söyleyeyim anlamadım. Köpek mi girdi dükkâna n’oldu?” şeklinde çıkıyor.. “Ula oğlum de get !!” diyerek adeta beni aşağılıyor. “Yav anlat n’oldu?” diyorum, bu sefer direnmeyip derin bir nefes alarak anlatmaya başlıyor:

“Daha demin dükkana bir müşteri geldi. Ayakkabılara baktı, denedi, onu giydi bunu çıkardı falan.. Baya bi ayakkabı denedikten sonra bir tane Converse’i beğendi, almaya karar verdi. (bkz: Converse ayakkabı).. Tam ödemeyi yapmaya kasaya gelirken o sırada dükkâna başka bir müşteri daha girdi. Geldi yanımızdaki müşterinin elindeki ayakkabıyı gördü, dedi ki: `Ben de bundan istiyorum ama açık mor renkli olanından´.. Sonra bizdeki müşteri de tutturmaz mı `Ya evet bundan vazgeçtim ben de o renkten istiyorum´ diye? Elimde o renkten yok.. Her ne kadar `O renkten yok bunu vereyim veya başka renklere bakın´ diye çabalasam da ikisi de almadan gitti. Eldeki müşteriden de etti bizi o p.zevenk…”

Salih abi bu macerasını anlattıktan sonra ve tekrardan derin bir nefes alıyor. Ben de “Hee kötü olmuş abi” diye bir cevap veriyorum (cevaba bak...) Ama yüzümde duran bön bön bakma ifadesi değişmiş değil. Çünkü hala çözebilmiş değilim. “Ee abi boz it ne alaka?” diye soruyorum. “Oğlum sokakta gezen boz it de gelir dükkânın önündeki eşyalara sürtünür, kirini bulaştırır. Biri de o rengi görür `Aynısından istiyorum´ der. Sittin sene bulamazsın..” diyor. Yüzümdeki bönlük ifadesi yerini her şeyi çözmüş insan rahatlığına bırakıyor ve ağzımdan koca bir “Haaa !!” çıkıyor. Aslında o sırada beynim bana “Haass…tir lan öyle iş mi olur?” dememi söylemişti. Ama aynı yusuf yusuf nedenleri burada da kendini gösteriyor ve sadece “Haaa” kısmı çıkıyor. “Haa yaaa” diyor Salih abi... “Valla kötü olmuş abi ne diyim.. Neyse hayırlısı yaa.. “ diyerek yavaş yavaş gitme belirtileri gösteriyorum. Sonra da iyi akşamlar dileyip eve doğru ilerliyorum.

Birkaç saat sonrası.. Saatler geceyarısına doğru geliyor ve ben yine televizyonun karşısında uyuklamak üzereyim.. Gözlerim ağır ağır aşağı doğru iniyor. Bu sefer hiç direnmeden gözlerimin kapanmasına müsaade ediyorum. O sırada gayet kart bir sesin “Kalk evlat !!” dediğini duyuyor kulaklarım. Yarı bilinçli yarı uykulu halimle içimden “Hadi lan bu sefer yemezler” diye düşünüp uyumaya devam ediyorum. Fakat aynı kart ses beni dürtükleyerek “Murat kalk evladım yerine yat” diyor. Gözlerimi yarım yamalak açıyorum. Babam başımda bana bakıyor. “Uyuma burada kalk yerine yat hadi” diyor. Babamın bu sözü diğer özlü sözlerden daha mantıklı geliyor.. Şu an bu sözü hayatıma uygulayabilirim.. Öyle de yapıyorum. Kalkıp sallana sallana odama yatmaya gidiyorum…