14.9.10

Eee dersler nasıl bakalım?

Bayramın 2. akşamı... Odamda laptopumun başına geçmiş internette geziniyorum. Derken "dilililililili lilili lili" diye bir ses duyuluyor. Bu sesi bugün içinde o kadar çok duydum ki artık nefret ediyorum. Evet.. Tahmin ettiğiniz gibi kapıda birilerinin eve girmek için beklediğini belirten kapı zili bu. Artık bıkmış bir şekilde oflaya puflaya kapıya yöneliyorum. Kapıyı açana kadar asık olan suratım, kapıyı açmamla birlikte sahte bir neşe halini alıyor. "Ooo buyrun efendim hoşgeldiniz hoşgeldiniiz !! İçeri geçin buyrun buyrun !!" diyerek misafirleri içeri davet ediyorum. (bkz: klasik misafir davet etme cümlesi)

Bu bayram gelen bilmemkaçıncı misafir bunlar.. Selamlaşma faslından sonra herkes bir yere oturuyor. Bizimkiler gelen misafirle muhabbete başlarken ben de bir köşede oturmuş onları izliyorum.. Kabul edeyim ilk başlarda bu muhabbetleri ilgiyle takip ediyorken, bir süre sonra muhabbetlerin `aynılaşması´ yüzünden sıkılmaya başlıyorum. Çünkü gelen bir misafirle konuşulan konu başlıkları genellikle :

- "Nasılsınız iyisiniz inşallah?"
- Sizinkiler ne yapıyorlar? İyiler mi?
- İşler nasıl gidiyor? Senin işyeri nerdeydi?


çerçevesinde başlıyor. Ve bu "İş nasıl gidiyor?" sorusundan sonraki muhabbetlerin ne olduğunu ana başlıklar altında toplayamıyorum. Çünkü o sorudan sonra kadınlar kendi aralarında ayrı bir muhabbete başlarken erkekler de başka bir muhabbete doğru yelken açmış oluyorlar. İşte ben bu noktada sıkıntıdan halıdaki desenleri inceleme evresine geçiyorum.

Misafirlik boyunca açık olan ama esasında kimsenin ilgilenmediği televizyona boş boş bakıyorum. İstediğim bir kanalı açıp izlememin bir manası yok çünkü o gürültüde zaten hiçbir şey anlayamıyorum. Derken o gürültüyü "Aa yok yok hiç zahmet etmeyin valla bak!!" diyerek misafir hanım yarıp geçiyor. "Yok yav ne zahmeti? Durun iki dakikada getiririm ben" diyerek annem bu atağı savuşturuyor. Ardından misafir amcanın "Ya gerçekten zahmet etmeyin ne gereği var?" atağı geliyor. Burada da babam kademeye girerek "Getir sen hanım getir, tatlısız olmaz" lafıyla rakip takımın atağını sonuçsuz bırakıyor. Misafirliğe giden insanlar bu gibi durumlarda kaybedeceklerini bile bile yine de itiraz ederler. Vücut o esnada "Yok yok hiç zahmet etmeyin" isimli bir hormon salgılar ve bu hormonun etkisiyle itiraza geçer. Fakat bu karşı çıkış genellikle "Aaa olur mu öyle şey ne zahmeti?" isimli hormon karşısında yenik düşer.

Yeni geliştirdiğim bir teoriye göre; misafir kişilerde, vücut bu yenilgiden sonra sanırım "Eee dersler nasıl bakalım?" isimli bir hormon daha üretiyor. Üretilen bu hormon misafir teyzenin ağzından sözcüklere dönüşerek bana geliyor. Bana yönelen bu soru karşısında benim bünyem de "Sana ne .mına koyayım?" isimli bir hormon üretiyor. Fakat bu hormonu bastırıp, eyleme geçmesine zor da olsa mani oluyorum. Dünya üzerinde en nefret edilen sorulardan birisiyle karşı karşıyayım. Bir çok öğrenci bugüne kadar kendisine sorulan bu soru karşısında içinde oluşan o hormona izin vermek istedi ama yapamadı. Bu uğurda nice hormonlar helak oldu. İşte o an helak olan hormonlar arasına benimki de ekleniyor ve ağzımdan "İyiii.. Uğraşıyoruz işte ehe mehe :)" şeklinde salakça bir cümle çıkıyor. Biliyorum soruların devamı gelecek.. Kendimi hazırlıyorum. Teyze bütün hormonlarını gönderiyor bana:

- Kaça gidiyordun sen?
+ Üçüncü sınıfa geçtim teyze..
- Haa !! İyi iyi.. Ne bölümü oluyor peki?
+ Makine mühendisliği
- İyi evladım iyi okuyun yeter ki.. Bak millet ne halde !! Alıştın mı peki oralara?
+ (Oha üçe geçmişim hala mı alışmayayım?) Alıştım ya alışmayacak bişey yok sonuçta ehi ehi :)
- Okuyun evladım aman okuyun çalışın.. Bak benim de kardeşimin kızı var senin gibi üniversitede okuyor... vs. vs. vs...


Buradan sonra misafir teyze kendi akrabalarından örnekler vererek muhabbeti devam ettiriyor. Kardeşinin kızı ve onun öğrencilik hayatı ile ilgili çeşitli bilgiler sunuyor. Oradan sonra artık nasıl yapıyorsa konuyu benden, o kızdan ve öğrencilik meselelerinden çıkararak amcasının ameliyatına getiriyor. Tekrardan büyüklerin devam edeceği şekilde muhabbet sürüyor. Ben ise bu noktada konular arası köprü vazifesi görevimi layıkıyla yerine getirmiş olmanın gururu içerisinde (ne gururu lan?) dinlemeye devam ediyorum. Ben ve benim öğrencilik hayatım olmasa o muhabbet "Yok yok tatlılar için zahmet etmeyin" den "Mehmet amcamın ameliyatı da iki ay sonra işte" ye hiçbir zaman gelmeyecekti. Bu yüzden evdeki öğrencilerin çok büyük bir "stratejik önemi" olduğunu bir kez daha kanıtlıyorum.

Tatlılar yeniyor, içecekler içiliyor ve biraz daha devam eden konuşmalardan sonra misafirler "Eh neyse artık biz kalkalım" hormonu salgılıyorlar. Bunun üzerine ev sahibi olarak ailecek hepimiz "Nereye yav? Otursaydınız biraz daha?" hormonlarını üretiyoruz. Fakat bu sefer yenik düşen bizim hormonlarımız oluyor..

"Tekrar buyrun gelin, bunu saymayız" nidaları eşliğinde misafirleri kapıya geçiriyoruz. Onlar da "Biz de sizi bekleriz. Buyrun gelin" cümlelerini savuruyorlar. Ortalık bu yapmacık nezaketten yıkılıyor. Neyse ki kısa süreli bir nezaket bu..

Misafirleri uğurladıktan sonra ben tekrar odama, bilgisayarın başına geçiyorum. (Evet bilgisayar bağımlısıyım napiyim? ) Yaklaşık bir 15 dakika sonra yine o iğrenç sesi duyuyorum: "
dilililililili lilili lili"..

Suratım asık bir şekilde kapıya gidiyorum. Açınca yine o sahte gülümse alıyor suratımı. Bu sefer ki hakikaten sahte.. Çünkü kapıyı açar açmaz gelen misafirlerin yaramaz oğlu "Murat abiiii !! Murat abii !! Bilgisayar oynatcan mıı??" diye üzerime atlıyor.

"Hassktr şimdi b.ku yedik" isimli bir hormonun bütün vücudumu kapladığını hissediyorum...

1 yorum:

Adsız dedi ki...

walla güzel olmuş ey ev arkadaşım murat..